COŞKUYLA HİÇLİK ARASINDA

Her sene olduğu gibi bu yıl da Art Basel sebebiyle hareketli günler geçiren Miami sanat ortamına, yepyeni bir müze dahil oldu. The Bass Miami, çağdaş sanat üzerine kurguladığı programında; tasarım, mimari, moda vb farklı disiplinleri kapsayan bir çizgide ilerlemeyi hedefliyor. Benim de büyük bir heyecanla gittiğim müzede, ilk kez ziyaret ettiğim sergi, dünyaca ünlü İsviçreli sanatçı Ugo Rondinone’un retrospektifi oldu. En son 2013 yılında New York Gladstone Galeri’de gördüğüm “Soul” isimli sergisinin ardından, işlerini yeniden izleme fırsatı bulmak büyük keyifti.

The Bass Miami’deki “Good Evening Beautiful Blue” isimli retrospektifin temasını Ugo Rondinone’un şu sözleri anlatmaya yetiyor: “Sanatın iyileştirici ve ruhani bir gücü olduğuna inanıyorum. İşlerim de bu spiritüelliği yansıtıyor. Anlamak zorunda değilsiniz ancak mutlaka size hissettireceği bir şeyler vardır.”

Kavramsal zemin üzerine inşa edilmiş fikirlerin değeriyle doğru orantılı şekilde yükselen çağdaş sanat modeline bu açıdan yaklaşmak, oldukça özgün bir bakış açısı bana göre. Ugo Rondinone, bu anlamda, izleyicinin beklentilerinden bağımsız; mistisizmi ve ilhamını duygulardan alan bir estetik ifadeciliği benimseyerek, sanat tarihindeki ünik konumunu şimdiden sağlamlaştırdı. Sanatçının, büyük boyutlu desenlerden saykodelik resimlere, enstalasyonlara ve videolara uzanan üretim biçiminde; florasan renklerin, gündelik Pop kültüre ait referansların, neon parçaların yeri büyük. Ancak asıl olarak 19. Yüzyıl Alman Romantizmi’nden kaynağını alan pratiğinde; dönemin yazarları, müzisyenleri ve sanatçılarını besleyen, duygulara dayalı estetik anlayış hakim. Zaman, mekân-insan ilişkisi ve ölüm-boşluk kavramlarını merkezine alan Rondinone’un kişisel yaşamında da spiritüel yanının güçlü olduğunu öğrendiğime hiç şaşırmadım diyebilirim. The Bass Miami’de izleyiciyle buluşan sergisi de bu anlamda sanatçının, 1990’lardan günümüze uzanan son 30 yıllık kariyerinin doyurucu bir projeksiyonu niteliğinde.

Sergideki ilk yerleştirme, bir odanın duvarlarını baştan aşağı kaplayan, 52 adet aynalı pencereden oluşan “Clockwork for Oracles II” (2008) isimli iş. Eski tarihli, silinmiş gazetelerden oluşan duvar kağının üzerine asılı, 1 yıldaki hafta sayısına atıfta bulunan bu rengarenk aynalı pencereler, izleyicinin kendisiyle yüz yüze gelmesine olanak tanıyor. Sergiyi gezerken beklenmedik bir anda gerçekleşen bu yüzleşmede, şimdiki zaman ile gazetelerdeki tarih ve haberlerin dikkatinizi yöneltmenizi beklediği bir geçmiş dönem panoraması birbirine eklemleniyor. Bu da Rondinone’un tam olarak izleyicinin zihninde yaratmak istediği ikilemlerden biri. İçinde bulunduğunuz an ve mekândan sizi koparmaya çok küçük öğeler yeterli geliyor. Böylece daha derin bir içe dönüşün eşiğine varıyorsunuz.

Devam eden odadaki “Vocabulary of Solitude” (2014-2016) isimli yerleştirme ise bir önceki çalışmanın yarattığı sorgulama dürtüsünü, oldukça karmaşık bir yapıya sürüklüyor. Rondinone’un meşhur, ikonik palyaçolarının yer aldığı bu iş, figürlerin gerçek boyutlu oluşu ve canlı görüntüsüyle ilk başta irkilmeye sebep oluyor. Odanın her yerine yayılmış 45 adet palyaçonun aralarında dolaşırken, coşku ya da mutluluk duymak oldukça zor. Uyuyan, esneyen, mutsuzca oturan, depresif bir modda yatan, endişeyle boşluğa bakan, hayal kuran, kısaca her biri farklı bir eylem içerisindeki bu figürlerin ortak özelliği, pozitif ve neşe kaynağı olmaktan çok uzak olmaları. Palçayonun bilindik imajının arkasında yatan ve aslında bana göre de daha gerçekçi ve kandırmadan uzak olan bu “insanlık halleri”, modern yaşamın içinde her birimizin çeşitli evrelerde yaşadığı kaybolmuşluk ve bıkkınlık hislerine doğrudan gönderme yapıyor. Figürlerin tüm bu eylemlerinin pasifliği ise bana; kurulu düzene ve değerlere karşı bir direniş ve iç dünyasını koruma dürtüsünü hissettirdi. Odanın duvarlarının turuncudan pembeye uzanan degrade renklendirmesi ise gündelik hayatın içinde kendimize yarattığımız illüzyonların bir temsili gibi adeta. Sürreal bir ortamda, kendi zihinlerindeki yanılsamaların gerçekleşmesini umutsuzca bekleyen bu palyaçolar, eminim size de bir yerlerden tanıdık gelecek.

Sergideki bir diğer ana parçayı gördüğümde, “Vocabulary of Solitude” yerleştirmesinin, kapısını hafifçe araladığı şiirsel evrenin içine girdiğimi düşündüm. Yalnızca tavandan mavi neonlarla aydınlatılmış karanlık odanın tüm duvarlarındaki dev ekranlarda oynayan, mavi filtreli videolar, 6 kadın ve 6 erkeğin yavaş çekim hareketlerini loop şeklinde yansıtıyor. “A Place Where Nothing Happens” (1998) başlıklı yerleştirme; kadrajda tek başlarına görünen ve kameranın varlığından habersizce bir şeyler yapan figürlerin, gözlem ve muhakemeye dalmış tavır ve mimiklerini yansıtıyor. Sanatçı, bu kimliksiz ve rastgele davranan kişiler aracılığıyla izleyiciyi, kendi zihinsel yansımasıyla hesaplaşmaya davet ediyor.

Serginin dışarıdaki kamusal alanlarda yer alan parçalarının izini sürmek de ayrıca keyifliydi. Ugo Rondinone, ikonik dağ heykellerine “Miami Mountain” isimli çalışmasıyla bir yenisini eklemiş. Capcanlı gökkuşağı renkleriyle göz alıcı bir silüet çizen heykel, üst üste konmuş amorf taş yığınlarından ibaretmiş izlenimi veriyor. Bir doğa parçasının olması beklenen formuna tezat bir renk skalasıyla hayat bulan çalışma, adeta Miami’nin canlı, coşku verici havasıyla özdeşleşmiş.

Son yıllardaki en başarılı Land Art yapıtlar arasında gösterilen bu heykel, Rondinone’un 2016 yılından bu yana ürettiği, “Seven Magic Mountains” serisinin son parçası. Toplamda 7 neon renkli heykelden oluşan bu mekâna özgü seri, Nevada’daki bir çöl arazisinde, tüm şaşırtıcığıyla yükseliyor. Ugo Rondinone’un primitif materyallere olan merakının en özgün yansıması niteliğindeki bu çalışma, binlerce yıllık bir uygarlık geleneğinden besleniyor. Heykelin formal açıdan yalınlığı beni; “taş üzerine taş koymak” gibi oldukça ilkel bir dürtünün temelinde yatan güvenlik, yapı kurma, yaratma, yükseltme gibi insani ihtiyaçlar üzerine düşünmeye itti. Böylece müze mekânında bulunan işleri seyrederken oluşan ruhani izlenimlerin, bu heykeli gördükten sonra tamamlanarak, düşünsel bir yol açtığını hissettim.

Ugo Rondinone’un hiçlik duygusu ve aşırı coşku gibi iki ayrı uçta şekillenen sanat pratiğini keşfetmek için daha güzel bir fırsat olamaz bana göre. Kış günlerinden biraz sıyrılarak Miami seyahati planlayan sanatseverler, “Good Evening Beautiful Blue” sergisini 19 Şubat’a kadar ziyaret edebilir.


print