LONDRA’DA ZEID RÜZGÂRI

Aylardır sabırsızlıkla beklediğimiz Fahrelnissa Zeid sergisi nihayet Tate Modern’de açıldı. Türkiye’den dünyaya sesini duyurmuş, modern sanatın öncü ismi Zeid, etkisinden ve gücünden hiçbir şey kaybetmemiş olan eserleriyle bugün yeniden anılmaya fazlasıyla layık bir sanatçı. Londra’daki basın gösteriminde, küratörü Kerryn Greenberg’in sunumu ve rehberliğinde gezme fırsatı bulduğum sergi, Zeid’e hak ettiği payeyi veren değerli bir girişim.

Bu muhteşem retrospektifin giriş bölümünde izleyiciyi karşılayan ilk eserin, Zeid’in 14 yaşındayken yaptığı suluboya resmi olması elbette bilinçli bir seçim. Gencecik bir kızın elinden çıkan, bu denli küçük bir resmin güzelliği karşısından büyülendim diyebilirim. İmzasını taşıdığı kişinin ileride dünyaca ünlü bir ressama dönüşmüş olması tabii ki şaşırtıcı değil. Bu eserin ardından daha da artan heyecanımla sergiyi soluksuz izledim.

Sanayi-i Nefise’nin ilk kadın mezunlarından olmasının yanına Paris’te aldığı Güzel Sanatlar eğitimi de eklenince ortaya tam bir doğu-batı sentezi çıkmış. Fahrelnissa Zeid, 1940’larda D grubuyla birlikte açtığı sergilerle sanat çevresine girer; ancak asıl olarak 2. Dünya Savaşı sonrasında, Irak’ın Ankara temsilcisi eşinin görevi sebebiyle yaşadıkları Paris, Londra, New York, Brüksel gibi şehirlerde açtığı sergilerle kariyerinin zirvesine ulaşır.

Bu kapsamlı retrospektif, sanatçının 40 yıllık üretim sürecini muazzam bir anlatımla özetliyor. İstanbul’da yaptığı dışavurumcu resimlerinden, son dönemine ait soyut eserlerine kadar onlarca resim, çizim ve heykel Zeid’in inişli çıkışlı hayatının ve iç dünyasının aynası niteliğinde. Kendine has paletiyle zaman zaman karamsarlığı zaman zaman coşkuyu tuvaline yansıtan sanatçının birincil ilham kaynağı ise Bizans estetiği ile Pers-Arap sanatı olmuş.

Erken dönem işlerinde, minyatürün izlerini taşıyan figürlü kompozisyonları tercih ederken savaş sonrası dönemde geometrik, mozaik ve vitray yüzeylerini anımsatan soyutlamacı bir üsluba yönelen Zeid’in sanat pratiği de en az iç dünyası kadar zengin ve sürprizlerle dolu. Örneğin figüratif bir manzara resmine bakarken dağların giderek soyuta varan formlarını fark edip bu dönüşümün minik ipuçlarını izlemek müthiş bir duygu.

Yapıtlarının her biri Zeid’in hayatının farklı aşamalarına, yaşanmışlıklarına dair izler taşıyor. Yakın bir arkadaşının ölümü ardından yaptığı “Cehennem” resmindeki ağıta ya da “Basel Karnavalı”ndan dışarı taşan coşkuya tanık olurken sanki onun yaşamının bir parçasına dahil olmuş gibi hissettiğimi söyleyebilirim. 1950’lerde Ischia adasındaki evinde, doğayla iç içe yaşama şansı bulan Zeid, ileride kendine özgü stilinin bir unsuru olacak siyah konturlu kaleidoskopik resimlerini üretmeye başlamış. Doğadan aldığı ilhamla renkli ama aynı zamanda ruh halinin yansımasıyla karamsar bir tonda yapılmış bu yapıtların her biri büyük boyutlu birer şaheser.

Soyut resmin en görkemli örneklerini bu yıllarda veren Zeid, benzersiz görsel dili ve imgelemiyle döneminin ötesinde bir imza haline gelmeyi başarıyor. Kariyerinin son yıllarında ise yüzünü tekrar figüre dönen ancak bu kez portre üzerine yoğunlaşan sanatçının, aile ve arkadaş çevresinden yakınlarını resmettiği eserleri, psikolojik anlatım biçimiyle oldukça etkileyiciydi. Yine fırçasının stilize hareketlerini izleyebildiğimiz bu resimler, kendisinin, zor olanın portre yapmak değil modelin ruhunu yansıtan portreler yapmak olduğunu vurguladığı sözlerinin de canlı birer örneği.

Basının yoğun ilgisini altında gerçekleşen açılışta Türkiyeli bir ressamın Londra’ya damgasını vurduğunu görmek gurur vericiydi. Bugün 20. yüzyılın en önemli kadın sanatçıları arasında gösterilen Fahrelnissa Zeid’e bu sergiyle bir kez daha hayran olmamak elde değil. 8 Ekim’e kadar devam edecek olan sergi için Londra’ya gitmeye değer.

 


print