MİLANO’DA ÇAĞDAŞ SANAT

Kent kültürünün en önemli unsuru olan özel vakıf ve kurum müzelerinden birine değinmek istedim bu yazımda. Farklı ülkelere seyahat ettikçe görüyorum ki aslında bir kente asıl dinamizmi tüm sanatsal etkinliklerin dışında bu türden sanat kurumları getiriyor. Ulusal müzeler, galeriler, bienaller tartışmasız izleyicinin sanat gündemine entegre olması bakımından çok değerli. Bunun yanı sıra özel sermaye girişimlerini de ayrıcalıklı bir konumda tutmak gerektiğini düşünüyorum. En başarılı örneklerinden biri olarak da Milano’daki Fondazione Prada’yı gösterebilirim. Tasarımın başkenti Milano’nun önde gelen mimarlık firması OMA tarafından hayata geçirilen müze, 1910’larda kalma bir içki imalathanesinin dönüştürülmesiyle ortaya çıkmış. Hâlihazırda yedi yapıdan oluşan müzeye üç yeni mimari ekleme daha yapılıyor. Böylece gerek kalıcı koleksiyon işlerinin gösterimi gerekse de süreli sergilerin çeşitliliği açısından daha elverişli bir plan üzerinde çalışılıyor. Milano’da çağdaş sanat yapıtlarının sunumu adına ne kadar değerli bir girişim olduğunu tahmin etmek zor değil.

Prada Vakfı’nın koleksiyonu ise gerçekten dikkate değer isimlerin çalışmalarını içeriyor. “Atlas” başlığı altında sergilenen kalıcı sergideki işler, koleksiyondaki sanatçıların birbirleriyle diyaloğuna işaret edecek bir kürasyon ile sunuluyor. Jeff Koons, Walter De Maria, Mona Hatoum, Michael Heizer, Pino Pascali, William N. Copley, Damien Hirst, John Baldessari gibi yıldız isimlerin çalışmalarına yer verilen seçki, 1960’lardan günümüze çağdaş sanat eğilimlerine ve buna bağlı olarak koleksiyonun vizyonu ve gelişimine dair etraflıca fikir veriyor. Bireyselden kurumsala uzanan bir serüvenin aşamalarına ışık tutması ve hem dönemsel hem tematik yorumların projeye dönüşme potansiyelini göstermesi bakımından “Atlas”, oldukça zihin açıcı bir sergi diyebiliriz.

Kalıcı olarak gösterimde olan bir başka seçki ise Louise Bourgeois’nın iki adet işi ve Robert Gober’in onlara eşlik eden yerleştirmeleri. Politika, din, doğa, cinsellik ve ilişkiler gibi temalar etrafında ürettiği, tarihsel temelli eserleriyle bilinen Gober; gündelik elemanları kullandığı hibrid görünümlü objeler yaratarak izleyicinin algısında anlam ve zaman kaymalarına neden olan yapıtlarıyla karşımıza çıkıyor. Mimariye yaptığı sıra dışı müdahaleler ile hem göze aşina gelen alanlar kurgulayıp hem de tuhaf bir yabancılık hissi veren sanatçının eserleri, müzenin Haunted House  isimli ek yapısına oldukça uyumlu görünüyor.

Aynı binada, Gober’in çocukluk ve beden parçaları bağlantısını vurguladığı yapıtlarına cevap veren ise Louise Bourgeois’nın yerleştirmeleri. Kumaştan bir kadın heykeli olan “Single III” ile kendisine ait kişisel nesneler ve giysilerden oluşturduğu hücre enstalasyonu, tüm mekâna hakim olan tematik diyaloğu başarıyla tamamlıyor.

Thomas Demand’ın “Processo Grottesco” başlıklı major enstalasyonu da yine kalıcı sergiler kapsamında izlenebilen çalışmalardan. Sanatçı; 2006 yılında çektiği siyah beyaz bir mağara fotoğrafından hareketle ürettiği yerleştirmesinde, mekânı, tıpkı görseldeki gibi kayalardan, sarkıtlardan ve mağara duvarından oluşan yapay bir ortam şeklinde kurguluyor. Mağara görseli içeren eski kartpostalların ve çıkış noktası olan fotoğrafın da yer aldığı kurguda; gerçeklik algısı, tarihsel ve coğrafi dönüşüm, çağlar boyu en ilkel formuyla mimarinin evrimi gibi konulara değinen Demand, grotesk terimini de süreci nitelemek amaçlı bir kelime oyunuyla vurguluyor.

Fondazione Prada’nın hamiliğinde Chiesa Rossa Kilisesi’nde hayata geçirilen heyecan verici projede ise Dan Flavin’in imzası bulunuyor. Yapının renovasyonu kapsamında sanatçı ile işbirliği yapılarak gerçekleştirilen “Untitled”; yeşil, mavi, pembe, altın ve mor ışıkların aydınlatmasıyla oluşmuş mekâna özgü bir yerleştirme. Sanatçının teoloji ve sanat  tarihine olan ilgisiyle kilise mimarisine yeni bir perspektif kazandırdığı çalışması, ziyaretçilere spiritüel bir deneyim de vadediyor. Minimalizmi klasik bir mimari anlayışın içerisine entegre eden Flavin’in bu başarılı işinden dolayı kurumu tebrik etmek gerek.

Yaz bitmeden Milano’ya yolu düşecek olanlar ise şu an devam etmekte olan süreli sergiyi kaçırmasın derim. Norveçli fotoğraf sanatçısı Torbjørn Rødland’ın, 40’tan fazla yapıtına ve videolarına yer veren kişisel sergisi oldukça ilgi çekici bir proje. Küresel çağdaş sanat sahnesinin önde gelen ismi Hans Ulrich Obrist ile Amira Gad eş-küratörlüğünde gerçekleşen “Torbjørn Rødland: The Touch That Made You”; sanatçının, portreler, gündelik hayat görüntüleri ve manzaralardan oluşan analog çalışmalarını içeriyor. Osservatorio binasında sergilenen işler; oldukça öznel bir bakışla aktarılmış şiirsel, ham ve naif görsellikleriyle, sanatçının iç dünyasına dair etkileyici bir dışavurum olarak tanımlanıyor.  Baş rolün kimi zaman bir beden parçası kimi zaman da bir “an”da; ama her daim insanda olduğu bu fotoğraflar; izleyici algısının, yabancılaştırma ile özdeşleştirme arasında bir yerlerde gezinmesine sebep oluyor. Mekânın mimari dokusuna uygun şekilde ahşap konstrüktif malzemelerle kurgulanan sergi düzeni, işlerin ruhuyla da diyaloğa giriyor. İlgilenenler 20 Ağustos’a kadar görebilir.

Tasarım, moda ve tarih kenti Milano’yu bir çağdaş sanat rotası olarak üst sıralara her daim koymasak da yalnızca Fondazione Prada’nın getirdiği dinamiğe ve koleksiyondaki başarılı işlere tanık olmak için bile ziyarete değer derim. Yaz ayları için alternatif bir etkinlik arayanlara önerilir.


print