SERGİLERDE KADIN HAKİMİYETİ

Bu hafta sanat ortamına, farklı kuşak ve disiplinden üretimleriyle kadınlar damga vurdu. Karaköy’den Gümüşsuyu’na uzanan rotada kadınların hakimiyetindeki sergileri izlemek için derlememe bir göz atın derim.

En son 2016 yılında gerçekleşen kişisel sergisinden sonra yeni işlerini merakla takip ettiğim Elif Uras, oldukça ses getiren bir projeyle karşımıza çıktı. Galata Rum Okulu’nun hemen yanındaki tarihi mekân; sanatçının, seramik malzemeyle olan yıllara yayılan ilişkisinin ve bu alandaki yetkinliğinin belgesi niteliğindeki bir enstalasyona evsahipliği yapıyor.

Ortak miras, kültürel melezlik, gelenek ve çoğulluk gibi temalar etrafında şekillenen “Kaynak”; Uras’ın, coğrafyalar ve medeniyetler arası diyaloğun izlerini bugüne taşıdığı çok katmanlı bir proje. Geleneksel bir malzemeyi kendine has pratiğiyle kavramsallaştıran Uras; tarihsel referansları, çağdaş üretimin temeline titizlikle yerleştiriyor. Mekâna özgü kurgulanan bu başarılı yerleştirmeye bir de kitap eşlik ediyor. Sanatçının son yıllardaki çalışmalarının kapsamlı bir derlemesi olan monografi; Ahu Antmen, Kathy Battista gibi isimlerin makalelerini içeriyor. Sergiyi, 30 Aralık tarihine dek mutlaka görün derim.

Tophane-i Amire’de ise çağdaş ressam Fatma Tülin’in farklı dönemlere tarihlenen yapıtları, zengin bir seçkiyle bir araya getirilmiş. Sanatçının üretimlerini besleyen doğal nesne ile insan gövdesi arasındaki ilişki temasını görselleştiren “Evrenin Teni”; formal bağlantıların görünür kılındığı, soyut somut dengesi oldukça başarılı bir sergi. Özellikle erken dönem işlerini beğendiğim sanatçının, sebze ve meyve kompozisyonları dönemin sosyokültürel ve toplumsal dönüşümünü dile getiren kavramsal örnekler. Kendi ifadesiyle bir zencefil köküyle insan gövdesi arasındaki biçimsel bütünlüğün evrendeki sonsuz devinime işaret ettiğini vurgulayan Fatma Tülin, bilhassa feminen göndermelerin ağır bastığı resimleriyle doyurucu bir deneyim sunuyor. 15 Aralık’a kadar Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi Beş Kubbe salonunda izleyebilirsiniz.

Kadınların hakimiyetindeki bir diğer mekân, Anna Laudel Contemporary galeri, 3 farklı kişisel sergiyle ziyaretçileri bekliyor. İşlerinde göç, yersiz yurtsuzluk, beden algısı, kimlik ve aidiyet süreçleri gibi kavramları sorgulayan Ekin Su Koç; tuval, kâğıt, kumaş gibi farklı malzemelerle özgün işler ortaya koyuyor. Parça-bütün ilişkisini hem bireysel hem de toplumsal zeminde ele alan sanatçının, bu göndermeyi görsel olarak da yansıttığı kolaj işlerini çok beğendim. Tülay İçöz’ün ahşap malzemeyle hayat verdiği heykeller ise insanın varoluş ve hiçlik arasındaki zihinsel doğasını konu ediniyor. Kimi zaman hareketli kimi zaman durgun seyreden bu sürecin ahşap ile somutlaştığı sergi kesinlikle etkileyici. Son olarak Tuğçe Diri; kâğıt üzeri desen, tuval ve dantel çalışmalarıyla geleneksel materyal ile çağdaş ifade arasında köprü kuruyor. Tezhip sanatından ilhamla ürettiği serisi, özgün ve naif diliyle dikkat çekiyor. Üç sergiyi de 6 Ocak tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.

Ekavart Galeri’deki “InDreams” başlıklı kolektif sergi de görülmeye değer. Sandra Çavdar’ın resimleri; şu sıralar okumakta olduğum, Nermin Saybaşılı’nın “Sınırlar ve Hayaletler-Görsel Kültürde Göç Hareketleri” isimli kitabında bahsi geçen, İtalyan filozof Agamben’in fikirleriyle örtüşüyor. Coğrafi sınırları düşsel bir kavrama dönüştüren imgelerin gizlendiği ve Paleolitik dönem sanatını anımsatan resimleriyle ruhsal bir göç ve yerinden edinme hissine işaret eden Çavdar; izleyiciyi, sürreal kompozisyonlarındaki göçerliğin ve dinamizmin keşfine davet ediyor. Sergiyi 5 Ocak’a kadar mutlaka görmelisiniz.


print