TARİHE IŞIK TUTAN KOLEKSİYON

Günümüzde, küresel sanat ortamının zenginleşmesine kapı açan en önemli girişimlerden biri koleksiyon müzeleridir desek yanlış olmaz. Yurt dışında, gerek butik gerek büyük ölçekli projelerle kişisel/aile koleksiyonlarını sanatseverlere açan kurumlar ve koleksiyoncular gün geçtikçe artıyor. Özellikle son 50 yılda sevindirici bir ivmeyle bulunduğu coğrafyadaki sanat eseri toplama motivasyonunu ve doğal olarak sanat üretimini etkileyen bu müze, enstitü ve kurumların Türkiye’deki örnekleri henüz çok taze diyebiliriz. Çalışmalarına başarıyla devam eden öncü mekânlar dışında, lokal anlamda koleksiyon sergileme geleneğinin gidecek daha çok yolu var bana göre.

Geçtiğimiz ay gerçekleştirdiğim Floransa seyahatimde izlediğim büyüleyici bir koleksiyona istinaden bu konular zihnimi tekrar meşgul etmeye başladı. Sanat eseri koleksiyonculuğunun geçmişine baktığımızda hemen herkesin aklına gelecek isim olan ünlü Medici ailesi’nin çağlar boyu biriktirdiği başyapıtlara ev sahipliği yapan Uffizi Galerisi, sanatseverlerin en az bir kez mutlaka ziyaret etmesi gereken önemli bir müze. Rönesans döneminin önde gelen mimar ve sanatçılarından, “En Önemli Ressam, Heykeltraş ve Mimarların Hayatı” adlı yapıtıyla sanat tarihinin babası ünvanını kazanan Giorgio Vasari’nin tasarımlarıyla, 1560 yıllarında inşasına başlanan saray, ustanın ölümü sonrasında Alfonso Parigi ve Bernardo Buontalenti tarafından tamamlandı. Arno Nehri’ne açılan dar, uzun iç avlusuyla,  Avrupa tarihinin ilk düzenlenmiş sokak peyzajı olarak mimarlık tarihine geçen yapı, ismini İtalyanca “ofisler” anlamına gelen kelimeden alıyor. Rönesansın doğduğu yer olarak kabul edilen Floransa’nın bu ünvanı kazanmasında neredeyse sanatçılar kadar rolü olan Mediciler, eşsiz koleksiyonlarını bu sarayın çatısı altında saklayarak hem İtalya hem de dünya sanat tarihine muhteşem bir miras bırakır. Yıllar geçtikçe ailenin sanatsever üyeleri tarafından giderek zenginleştirilen koleksiyon, Medici hanedanının sona erdiği 1737 yılında, son varis Grandük III. Cosimo’nun kızı Anna Maria Luisa de Medici’nin imzaladığı anlaşmayla Floransa şehrine bırakılır.  Böylece tarihin ilk modern müzelerinden birinin temeli atılmış olur ve hazine niteliğindeki Medici koleksiyonu kamuya açılır.

Bugün Floransa’nın en değerli kültürel mirası olarak görülen Uffizi Galerisi, kentin turizm hayatını doğrudan etkiliyor. Tek bir çatı altında, 13. yüzyıldan bugüne ve Avrupa’nın dört bir yanına uzanan bir sanat tarihi anlatısını canlı örneklerle deneyimlemek elbette her sanatseverin hayalidir. Ben de bu hayalimi gerçekleştirmenin heyecanıyla müzeyi gezmeye başladım. İlk girdiğim Palatine Gallery odasında yer alan yedi adet Raphael eseri karşısında dilim tutuldu diyebilirim. Geç Rönesans ve Barok dönemden izler taşıyan büyüleyici mimari atmosferin görkemine eşlik eden bu başyapıtlar, Raphael’in muhteşem tekniği ve detaylardaki yetkinliğiyle ilahi bir düzeye ulaşmış.

Yalnızca resimle sınırlı kalmayan muazzam heykel, baskı ve çizimlerle görsel bir şölen sunan koleksiyondaki başyapıtlar arasında Giotto’dan Botticelli’ye, Leonardo da Vinci’den Michelangelo’ya, Caravaggio’dan Uccello’ya kadar en önemli İtalyan ustaların eserlerini sayabiliriz. Ayrıca Rembrandt, Rubens ve Dürer gibi Kuzey Avrupalı ressamların değerli yapıtları da Medici himayesinde. Galerilerdeki yerleşimde ise kronolojik değil dekoratif kriterlerin göz önünde bulundurulmuş olması ilginç bir detay. Eserlerin asılışındaki simetri odaya girer girmez göze çarpıyor. Kuşkusuz bu durum işlerin hem kendi içlerinde hem de izleyici ile diyalog halinde olmasına olanak tanıyor.

Sanat tarihi okumalarında karşımıza çıkan pek çok ünlü başyapıttan biri Raphael’in “Madonna”sını ve sanatçının portre resimlerinden etkilendiğim için “La Donna Velata”sını canlı görmenin heyecanı tartışılmaz. Rubens, Titian gibi ustalara da müstakil odaların ayrılmış olması koleksiyonun ihtişamını göstermeye yetiyor bence. Bu arada öğreniyorum ki Leonardo da Vinci’nin “Adoration of the Magi” eseri, 5 senelik bir restorasyon sürecinin ardından Eylül ayı içerisinde sergiye çıkıyor. Uffizi’ye yapacağınız ziyarette sizi karşılayacak diğer eşsiz yapıtlar arasında; Titian’ın Urbino Venüsü, Uccello’nun San Romano Muharebesi, Parmigianino’nun Madonna’sı, Caravaggio’nun Medusa’sı, Giotto’nun Ognissanti Madonna’sı, Michelangelo’nun Kutsal Aile’si de yer alıyor.

Bana adeta tarihte yolculuk yaptıran müzeyi gezerken sanat eseri biriktirmenin insanlığa bırakılacak en derin eylemlerden biri olduğunu düşünmeden edemedim. Medici ailesi sayesinde bugün 600 yılı aşkındır süren sanat üretimi geleneğini en değerli örnekleriyle izleme fırsatına erişiyoruz. Dönemine göre devrim sayılacak bir vizyonla sanatseverlere kazandırılan Uffizi, bugün geldiğimiz noktada hüküm süren çağdaş pratiklerin serüvenini anlamaya yetecek kadar derin okumalara imkan tanıyor. Koleksiyonun içeriğini asla sınırlamadan, 1800’lerle birlikte yeni akımlara da kucak açan müze, bugün geldiği noktada Medici ailesi koleksiyonu olmanın çok ötesinde bir görsel sanat tarihi arşivine dönüştü desek yerinde olur. Bu genişlemenin doğal bir sonucu olarak yer sıkıntısı çeken ve yüzölçümü neredeyse iki katına çıkartılan Uffizi’nin mimarisi de engebeli yollardan geçti diyebiliriz. 1993 yılındaki bombalı saldırıda müzenin diğer kısımlarının yanında en çok zarar gören Niobe Odası’nın freskleri bu trajediye kurban gitmiş. 2007 yılında şehri vuran şiddetli bir yağmur fırtınası da yapıyı su baskınıyla karşı karşıya bırakır. Ancak yine de 600 yıllık bu galeri, gelebilecek en hasarsız şekilde bizlerle buluşur. Sergi alanları dışında restorasyon ve konservasyon atölyesi, fotoğraf stüdyosu, araştırma merkezi gibi ünitelerle müzenin bir tesise dönüştürülmüş olması da başarılı bir girişim. Elbette böylesi bir yerin olağanüstü turist çektiğini de göz önünde bulundurarak; Floransa’ya gitme planları yapan sanatseverlere, kuyrukta beklemeden online bilet yoluyla hızlıca gezme şansına erişeceklerini hatırlatmak isterim. 21 Eylül’de açılan 16.yüzyıl’da Floransa: Vasari’den Michelangelo’ya sergisi de benim adıma tekrar gitmek için güzel bir sebep.


print