ÜRPERTİCİ BİR HAYRANLIK – JAKE&DINOS CHAPMAN

Chapman Kardeşlerle ilk tanışmamız, 2000 yılında Londra Hoxton’daki White Cube galeride açılan desen sergisi vesilesiyle oldu. Sanat tarihçisi dostumuz Mark Gisbourne’un rehberliğinde gezdiğim sergide, Jake&Dinos Chapman’ın sanat pratiği hakkında derinlemesine bilgi sahibi olma şansına eriştim. İlk kez o işler vasıtasıyla sanat eserini tanımlarken sıklıkla başvurduğumuz güzel ifadelerin “çirkin” olarak tabir edilen imgelerle de özdeşleşebileceğini hayranlıkla öğrendim.

Nick Hackworth’un küratörlüğünü üstlendiği “Anlamsızlık Alemi” isimli sergi, ikilinin taze işlerinin yanı sıra sevenleri için bir klasik olan “Cehennem” serisi çalışmalarını da görücüye çıkartıyor. Üretimlerini kötümser ve ütopya karşıtı bir fikrin egemenliğinde hayata geçiren sanatçılar, küresel düzeni acımasızca topa tuttukları işleriyle izleyiciyi adeta kışkırtıyor. İlhamını post-hümanist düşünce yapısından alan Chapmanlar, günümüz liberal kültürünü oluşturan öğeleri şiddet dozu yüksek bir ironiyle eleştiriyor.

Serginin kapkaranlık giriş katında ilk karşıma çıkan “gülen yüz” emojili siyah bayraklar, verdiği mesajın kullanılan imgelerle oluşturduğu tezatı açıkça ortaya koymasıyla girer girmez beni sarstı. Ardından ikonik hale gelmiş “Cehennem” serisinin içine daldım. Serinin en büyük parçası “Tüm Kötülüğün Toplamı” başlıklı yapıt, inanması güç bir titizlikle üretilmiş, binlerce Nazi askerinin, parçalanmış bedenlerin, katliam dolu savaş sahnelerinin tasvir edildiği muazzam bir yerleştirme. Grotesk kelimesinin karşılığı olarak tanımlayabileceğimiz bu çalışmanın, şaşırtıcı bir detaycılıkla işlenip böylesine gerçeküstü algılanması, insanın kötülüklere ve vahşete olan yanılmaya meyilli bakışını gösteriyor bana göre. İkilinin kapitalist ve şiddet yanlısı sistemin baş figürleriyle olan zihinsel mücadelesi, bu çalışmada, savaş tankını süren hamburger, çarmıha gerilmiş McDonald’s palyaçosu ve bir kulübede gözetlediğimiz Hitler gibi karakterlerle güçleniyor. Ölü insan bedenlerinden oluşmuş tepelerin betimlendiği diğer iki parça ve kutupların sevimli hayvanları penguenlerin şiddet eğiliminden nasibini aldığı vahşi bir yaşam kesiti olan çalışmanın verdiği ürpertiyle diğer katlara çıktım.

Retrospektif temasının hiciv dolu bir yansıması olan “RETROSBOKTİF” yerleştirmesi ile Chapmanların ilk neon işi olan “Sanatçıyız Biz” metni, sınır tanımayan dışavurumcu tavırlarının harika bir özeti olmuş diyebilirim. Depolarında çıkan yangında, sonradan tekrar üretilmiş “Cehennem” serisiyle birlikte küle dönen bir Tracey Emin eserinin yeniden yapımı da ikilinin duruşlarını tasdik edercesine orada bulunuyor.

Benim için serginin yıldızı niteliğindeki “Yaraya Tuz” serisi desenleri ise, Goya’nın meşhur gravürlerinin ironik müdahaleler görmüş hali. Her bir esere ekledikleri ufak detaylar, aslında sanatçıların Goya ile ortak bir karamsarlık paydasında buluştuğunun altını çiziyor. Serginin son katında, idealize edilmiş mekânlarda Afrika sanatı gibi etnik kültürlere ait eserlerin sergilenişindeki estetik tutum, 19. Yüzyıl İngiliz portrelerinin dönüştürüldüğü absürd tablolar ve 21. Yüzyıl görsel tüketim kültürünün araçları üzerinden yargılanıyor. Siz de çarpıcı bir hayranlığın tadına varmak istiyorsanız, 7 Mayıs tarihine dek Arter’e gitmenizi öneririm.


print