UZAĞI GÖRMEK ZOR

Çalışmalarını yakından takip ettiğim başarılı sanatçı Serkan Demir’e, artSümer’de açılan yeni sergisi “Uzağı Görmek Zor” ve pratiği üzerine bazı sorular yönelttim. Gündelik hayatta kullandığımız nesnelere yaptığı ironik göndermelerle; göç, aidiyet, sınırlar, ev ve vatan gibi konuları masaya yatıran Demir, yaşadığı coğrafyanın siyasi gerçekliklerini kendine özgü ifade diliyle tasvir ediyor. Fikirsel altyapısı birbirini tamamlayan işlerden oluşan sergi; karamsar, tedirginlik ve güvensizlik hissi veren kurgusuyla zihnimde yeni sorular yarattı. Görsel bir soruşturma niteliğindeki işleri üzerine yanıtları Serkan Demir’den dinleyelim.

Sergiye genel olarak hâkim olan duygu ironi diyebilir miyiz? Örneğin; aidiyet ve yuva hissi vermesi gereken bir ev temsili var ancak testere bıçaklarından inşa edilmiş. Bu gibi biçim ve kavram zıtlığı barındıran çalışmalarının fikirsel zeminini nasıl tanımlıyorsun?

Evet ironi bütün çalışmalara sinmiş durumda çünkü ironi anlatıların özüne dolaylı yoldan işaret eder. Sergi ’Uzağı Görmek Zor’ cümlesiyle izleyicisini zaten bir metaforla karşılıyor. Bu cümle günümüzde neredeyse bütün topluma sirayet eden muğlaklığa ve distopik bakışa ayna tutmaya yetiyor. Bu sergi öznenin bugünden geleceğe yol alacak seyrini ve bilinmezlerini düşünmeye çalışır. Onun mekanla, çevresiyle ve tüm yaşamsal örüntülerle kurduğu ya da kuramadığı zorunlu ilişkilerini sorgular.

Sergide yer alan çalışmalar çoğunlukla insan yaşamına ve deneyimlerinin anlatımına odaklanmaktadır. Sıradan günlük nesneler bir yandan şimdiki zamanın istikrarsızlığını ve güvensizliğini vurgularken bir yandan da toplumu bekleyen belirsizliği ve içinde bulunduğumuz durumun kaynağını da sorgular.

Yaratım sürecinde ifadenin genellikle bağlamın ya da düşüncenin en sert ve gergin haline yaklaşmasını önemserim, o nedenle görsel olanı zihinsel olanla bir arada kullanırken zıt kutuplu olmalarını tercih ederim. Testerelerden oluşturulmuş “Tepede Bir Ev” ya da zımpara kâğıdı ile kaplanmış bir koltuk, (“Salon” adlı mekanik yerleştirme) ya da Zincirlerden oluşturulan emoji, “Her şey Yolunda”.  Hepsi benzer bir literatüre sahip. Belirsizliğe ve güvensizliğe ayna tutuyor.  Kısaca yaşam üzerine geliştirilen özet düşünceler diyebiliriz.

Doğrudan olmayan politik göndermelerinle pratiğini tanıyoruz. Siyasi eleştiriyi araçsallaştırırken işaret ettiğin hedef ile benimsediğin yöntem arasında nasıl köprü kuruyorsun?

Sergideki çalışmalar birer günlük okumaları gibi ya da günlüklerin, notların ve durumların yeniden gözden geçirilmeleri gibidir. Ben tarihsel dizin içerisinde bizi kavrayan, içeren insani olguların evreleriyle görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu olgular siyasal, sosyal, ekonomik vs.  Bütün bunların yaşanılan dönem ve özellikle yasadığımız coğrafyanın gerçekleriyle olan ilişkisi sanatsal aktarımda önemli bir yer tutar. Bu bakımdan üretim süreçleri ülkenin siyasal fotoğrafı, muhafazakârlaşan toplum yapısı, politikaları ve ülkeye yansımaları gibi konulardan bağımsız düşünülemiyor.  İnsanın var olduğu ve yaşadığı evren ile arasındaki anlamlı ilişkiyi inşa eden temel unsurların başında da sosyal ve kültürel çevresi gelir. Bu çevrede yaşayabilmek için insana sunulması gereken en temel haklar ise güvenlik ve özgürlük meselesidir. Günümüzde bu olguların dengelerini sağlayabileceği mutlak bir çözümün nerede olduğunu kestirmek çok olası değildir. Sanatçılar da bu konulardan uzak duramıyor.

Anlatım diline gelecek olursak, sanatsal ifadenin bana göre iki kutbu vardır. Eleştirel ve şiirsel. Bu sergi eleştirel bir dili tercih ediyor. Ama bunu şiirin içinde yapıyor.  Dolayısıyla bu serginin toplumu bekleyen belirsizliği ve hali hazırda içinde bulunduğu durumun kaynağını sorguladığını, bunu da kafiyeli bir dil ile gerçekleştirdiğini söyleyebilirim.

Bir dönem Kanada’da yaşamışsın, dünyanın pek çok yerinden çok sayıda göçmen alan bir ülke. Türkiye dışında çalışmalarına kaynaklık eden farklı politik/coğrafi/ kültürel deneyimin hakkında neler söyleyebilirsin?

Aslında kısa süreli bir Kanada deneyimimiz oldu ama birçok açıdan verimli ve öğretici bir süreçti. Özellikle başka yerde olmak ve oraya ait olamamanın duyumsattıkları. Tabi orada kalıcı olmadığımızı bilmek farklı düşünmeyi de gerektiriyor. Bir programınız var ve dönmeniz gerekiyor. Bunun aksine oradan başka gidecek yeri olmayan binlerce mültecide var. Göçmenlik olgusu bir insanlık meselesi. Yeni dünyalar aramak, bulmak ve orali olmayı zorlamak. Bir yabancı olarak yeni yaşam takvimine uyarlanmak ve yeni hikayelerde yer bulmak, bütün bunlar çok kolay olmuyor.  Bu durum insanın birçok duyguyla yüzleşmesine neden oluyor. Bitmeyen uzaklaşma ve yerinden ayrılma yeni yerlerde var olma, yaşama yeniden başlamaya, başka yerlerin başka tecrübeleri, sürekli gezginlik duygusu, güvende olmama hali yer bulamamak’ bilinmeyen bir yerde durmak gibi günümüzün küresel umutsuzluğu. Ne yazık ki yarın düne hiç benzemiyor. Ve hiçbir şey umduğumuz gibi gelişmiyor. O nedenle ‘uzak görünmüyor’ ve tüm bunlar sanatımın kaynağını oluşturuyor.

Sergide yer alan otoportre niteliğindeki işlerinden bahsedecek olursak; kendini bir özne olarak bulunduğun ülke, mekân, çevre, toplum ile nasıl ilişkilendiriyorsun?

Bu sergideki iki çalışmaya otoportre formunda bakılabilir. Bunlardan ilki sanatçının kendiyle yüzleştiği, anlamaya ve dinlemeye çalıştığı “Ruh Hali”, diğeri ise “Sanatçının Başı” adlı çalışma. Her iki çalışmada da öznenin içinde bulunduğu durumu ve yaşadığımız coğrafyada gerçekleşen toplumsal olayların yarattığı travmatik etki, siyasal yön ve politik sonuçlarına atıfta bulunmaktadır. Empati duygusunun yoğunlukta olduğu bu iki çalışmayı ‘kendimi bir başkasının yerine koyduğum haller’ olarak tanımlıyorum. Son zamanlarda bizlerde bu duyguyu yaratan şey yarının sisli manzarası, aslında çok da romantik bir duygu gibi ama sonunda sizi esir alan ve gece ile gündüzün ışığını bile fark edemediğiniz bir bunaltı durumu.

 


print