Avrupa ve Amerika’da Galerilerin Prestij Savaşları

Son senelerde New York ve Londra gibi sanatın merkezi olan şehirlerde ticari galeriler, yeni iş yapma arayışı içindeler. Rekabetin yoğun olduğu sanat pazarında prestij getirecek farklı projelere imza atan galericiler, dünyanın önemli müzeleri ile işbirliği yapıyorlar. Müzelerin önündeki bürokratik engellerden dolayı galeriler daha özgür ve hızlı davranarak kaliteli müze şovlarını sanatseverler ile buluşturuyorlar. Bu trendin ilk örneğini 2011 senesinde New York Gagosian Galeri “Picasso & Marie-Thérèse ” sergisi ile hayata geçirdi. Koleksiyonerler tarafından en çok arzulanan tablo, çizim ve heykellerde sanatçı büyük aşk yaşadığı metresi ve modeli olan Thérèse’yı farklı şekillerde yorumlamıştı. Amerika’da ilk defa sergilenen Picasso’nun bu çalışmaları, aile fertlerinden, MOMA, Guggenheim ve Metropolitan Müzelerinden ödünç alınmış. 1927-1940 dönemine ait eserler, özenle hazırlanmış kataloglar ve küratör yazıları ile desteklenmişti. Büyük ses getiren sergiden sonra, 2013 yılında Picasso’nun cam kenarında oturan Marie Thérèse’yı resmettiği tablosu Sotheby’s Müzayede evinde 28,5 milyon Pound’a alıcı buldu.

Aynı sene New York Acquavella Galeri’de kübist akımın öncülerinden Fransız ressam Georges Braque’ın “Pioneer of Modernizm” adlı retrospektif sergisi, 1988 Guggenheim New York Müzesinde yapılan sergiden sonraki en önemli şovdu. Bu yeni trendin İngiltere’ye ulaşması çabuk oldu. Geçen hafta gittiğim Londra’da önemli bazı galerilerin, usta ressamlar ile modern sanatçıları buluşturan müze kalitesindeki sergilerini görme fırsatını elde ettim. İlk durağım, geçen sene “Bacon & Rembrandt” ve “Bacon & Rodin” sergilerini gördüğüm Pilar Ordovas Galeri. Hollanda’nın en büyük sanat ve tarih müzesi olan Rijiks Müzesi ile Ordovas Galeri ortaklaşa bir sergi gerçekleştirdi. Hollandalı ressam Rembrandt ‘ın bazı tablolarını ve gravürlerini ödünç alan galeri, Alman figüratif ressam Frank Auerbach’ın resimleri ile ortak bir sergi gerçekleştirmiş. Düşündüm ki; Rembrandt’ın sanat piyasasında hiçbir resminin olmayışı ve bir tek müzelerde görme imkanımız varken Ordovas galeride görmek onlara prestij sağlayan büyük bir başarı.

Sergi mekanını dolaşırken, iki sanatçının portrelerinde ışık ve gölge tekniğini mükemmel kullanması dikkatimi çekti. Rembrandt portrelerinde İnsanların ruh hallerini çok gerçekçi yansıtırken, Auerbach ise kalın ve yapışkan boya kullanarak zengin ve kuvvetli yüzeyler elde etmiş. Her iki sanatçının da portre ve manzara resimleri sanki canlı gibiydi. Rembrandt ile Auerbach’ın fırçalarının kuvveti onların hayatı algılayışındaki rasyonellikten ileri geliyor diye düşünüyorum. Sergideki tablolar adeta birbirleriyle konuşuyorlar. Özellikle Auerbach’ın “Head of E.O.W” 1964 ve Rembrandt’ın “Portrait of Doctor Ephraim Bueno” 1645-47 portrelerindeki kuvvetli vurguları, detayları ve üzerinde durduğu noktalar sanat tarihine bir referans veriyordu. İki sanatçının kullandığı toprak renkleri ve koyu zemindeki ışık onların tablolarının parlamasına neden olarak net bir görüntü veriyor. Serginin genelinde Auerbach’ın kullandığı teknik ve boya dilinde Rembrandt’ın etkileri yoğun bir şekilde hissediliyor. Auerbach, yenilenen Rijks Müzesinde sergi açacak ilk çağdaş sanatçı. (12 Aralık-16 Mart 2014)

İkinci durağım ;2003 yılında İngiliz sanatçı Paul Mc Carthy’nin yerleştirmesi, Louise Bourgeois”nın “ The Fabric Works” ve geçen sene Subodh Gupta gibi önemli sanatçıların sergilerine yer veren Hauser & Wirth Galeri. “ Re-view ; Onnash Collection” başlığı altındaki müze kalitesindeki sergide kimler yoktu ki; Soyut dışa vurumculuk ile pop sanat arasındaki köprü vazifesi kurmuş Amerikalı ressam Robert Rauschenberg, çevre ile ilgili enstalasyon projeleri ile bilinen Christo, ölümünden sonra 2400 adet eseri depolarda tutulan ve 30 yıl sonra tekrar gün yüzüne çıkan ve karısı tarafından Denver Colarado Müzesine bağışlanan Clyfford Still’in daha önce görülmemiş tabloları, Elsworth Kelly’nin siyah beyaz çalışmaları ve diğerleri. 1950-1970’lere odaklanan sergide; Pop Art, Fluxus, Asamblaj, Minimalizm ve Soyut Dışavurumculuğa kadar olan sanat akımlarının yer aldığı dünya starlarının önemli eserleri mekanın iki ayrı büyük salonlarına yerleştirilmişti. Eserlerin çoğu Londra’da ilk defa gösteriliyor. Avrupa ve Amerika sanatından önemli sanatçıların çalışmaları geniş bir yelpazede sanatseverlere sunulurken, adeta kendinizi müzede geziyor gibi hissediyorsunuz. Hazırlanan geniş kapsamlı kataloglar ve eğitim programları da galerinin sunduğu yan etkinlikler arasında yer alıyor.

Bu seneki Frize Art’ın “Masters” bölümünde Thomas Gibson Fine Art Galeri, Henri Matisse’in koleksiyonerlerden toplanan 25 işi ile solo şov düzenledi. Satış amaçlı olmayan bu sergide, dünyanın farklı yerlerinden gelen koleksiyonerler, küratörler, simsarlar bir araya gelerek bu çok özel parçaları izleme şansına sahip oldular.
Yine Frieze Art Londra’da empresyonist ve 20 yy Avrupa ve Amerika sanatı üzerine uzman Eykne –Mc Lean Galeri “ Van Gogh” sergisinde, Van Gogh’un kendi portresini ( 1886-87) Gemeente Müzesinden ödünç alarak fuarın en dikkat çeken galerileri arasında yer aldı.

Son durağım Christie’s Müzayede evinin Waddington Custot Galeri ile ortaklaşa düzenlediği “ British Pop Art” sergisi oluyor. İngiliz Pop Art hareketinin erken dönemine ait eserler popüler kültürün İngiliz toplumundaki etkilerini anlatıyor. Uluslararası koleksiyonerlerden alınan; 1940-69 seneleri arasında Richard Hamilton’un Swingeing in London”, David Hockney’nin “ Man in a Museum”, Peter Philips, Derek Boshier, Kitaj tabloları, Eduardo Paolozzi ve Allen Jones’ın yerleştirmeleri aklımda kalan ve daha evvel hiç görmediğim eserleri.

Avrupa ve Amerika’da Galerilerin gerçekleştirdiği müze tadındaki sergilerin güzel örneklerini Türkiye’de de görmeyi diliyorum. Bu sene New York Paul Kashmin Galerinin sanatçısı Taner Ceylan’ın sergi kitabında belirttiği gibi, onu çok etkileyen Osmanlı ressam Şeker Ahmet Paşa’nın tablolarıyla çağdaş sanatçımızın eserlerini bir arada görebileceğimiz bir serginin gerçekleşmesini bir sanatsever olarak umut ediyorum.


print