Erwin Wurm-Mel Bochner – Jean Rauzier Sergileri

Uzun ve kasvetli kış günlerini arkada bıraktığımız şu günlerde nihayet bahar İstanbul’a geldi sanırım…

Boğazın iki yakasında açan erguvanlar bu güzel şehre ayrı bir katma değer katıyorlar adeta.. Böyle bir güzel bahar gününde sergi turuna Beyoğlu’ndan başlıyorum. İlk durağım Galeri Nev. Fransız sanatçı Jean François Rauzier’in ilk kişisel sergisi. 1952 doğumlu sanatçı “Hiper-Foto” tekniği ile devasa fotoğraflar üretiyor. Bir mekanın (bu mekan cami, kilise, saray bahçesi ya da sarnıç olabilir) binlerce fotoğrafını çekip bunları bir araya getirerek kompozisyonlar oluşturuyor. Bu fotoğraflara yakından baktığımızda sanatçının kendisini ufak bir detay olarak fotoğrafın herhangi bir köşesine yerleştirdiğini görebiliyoruz. Örneğin Barcelona’daki Gaudi’nin tasarladığı La Sagrada Familia kilisesinin içini gösteren fotoğrafta hem sanatçı hem de Gaudi ufak bir detay olarak yerlerini almışlar. Fotogerçekçi teknik ile yapılan bu fotoğraflarda tüm mekanların karakteristik özellikleri ustalıkla dışa vurulmuş. Gotik bir kilisenin tüm mimari özellikleri gösterilirken, diğer yandan da İslami mimarinin tüm ihtişamı başarı ile yansıtılmış. Doğu ve Batı kültürlerinin resmedildiği bu fotoğraflardaki mekanlar aslında bana fotoğraf sanatının evrensel bir dil olduğunu hatırlattı. Kanımca farklı kültürlerarası iletişim için fotoğraf bir köprü aslında.
Sanatçının işlerinin büyük ebatta olması serginin kurgusunda zorlandıkları hissini verdi bana; sanki resimlerin nefese, havaya ihtiyaçları varmış gibi hissettim. Belki daha büyük ve yüksek tavanlı bir mekanda farklı tatta bir sergi olabilirdi. Ama geneline baktığımda fotogerçekçiliğin ve fotoğraf kalitesinin başarı ile resmedildiği işler diye düşünüyorum.

İlgimi çeken diğer bir sergi ise Tepebaşı Galerist’teki Erwin Wurm’ün “Blow–Up” başlıklı sergisiydi. Uzun bir zamandır takip ettiğim sanatçılardan birisi olan Erwin‘in en son 2011 Paris Galerie Ropac’taki sergisi muhteşemdi. 1954 doğumlu Avusturyalı sanatçının İstanbul’daki bu ilk sergisi de beni çok heyecanlandırdı. Wurm’ün en önemli serilerinden örneklerin yer aldığı sergide sanatçının heykelin tanımı ve temel nitelikleri konusundaki araştırmalarının bir özeti sunuluyor. Sanatçı “One-minute sculptures” ( Bir dakikalık heykeller ) ile ziyaretçilerini farklı pozlara sokarak yaşayan heykeller yaratmış ve insan bedenini heykel malzemesi olarak kullanmış. Başka bir ifade ile izleyiciyi yeniden yaratarak sanat ile izleyici arasında farklı ve yeni bir iletişim bağı kurmuş. Sanatçının performatif heykelleri “Zeitgeist “ kavramı ile yakından alakalı.. Zamanın ve toplumun ruhunu yansıtmayı hedefleyen işler bunlar. “İnsanların yaşamında kilo alıp vermek önemli bir olgudur” diyen sanatçı, heykellerin hacimleri ile oynayarak (büyütüp-küçülterek) kilo alıp vermenin de bir heykel ( sculpture ) olduğunu vurgulamak istemiş. Üç boyutlu, daha çok şişman ve zayıf formların olduğu bu eserlerin; şakacı, alaycı bir tarafları da var. “Hepimizin hayatlarında zorluklar, güçlükler ve problemler vardır; ancak bunlarla savaşırken ciddi değil, ama alaycı bir şekilde yaklaşırsak hayat daha kolaylaşır “ diyen sanatçının eserlerini incelediğimizde Wurm’ün dünyaya nasıl bir bakış açısı ile baktığını görebiliyoruz. Bir yandan güldürüyor, ama bir yandan da sorgulayarak düşünmemize sebep oluyor. Sanatçının günlük hayatı esas alarak ürettiği heykellerinde formalizm kavramına bu neşeli ve alaycı yaklaşımı çalışmalarında mizahın da yoğun hissedilmesine sebep olmuş kanımca.

Son durağım Karaköy’de yeni açılan Egeran Galeri’deki Mel Bochner’in sergisi. Kavramsal sanatın önemli sanatçılarından olan Bochner’in metin ve imge arasındaki ilişkiyi araştıran son dönem işlerini çok beğendim. Hidrolik baskı makinesi kullanarak boyayı beyaz bir kadife zemin üzerine uygulayan sanatçı, resimlerinde rengin algımızdaki etkileri ile oynuyor. Her bir tabloda farklı şekilde kurgulanan harfler ve renkler izleyicinin kelimeleri sanki zihinsel bir oyun gibi farklı şekilde algılamasına neden oluyor. Bazı tuvaller renkli, bazıları renksiz (beyaz), böylelikle harfler renkliyken algılama farklı, renksizken farklı. Zihnimiz kelimelerin anlamından uzaklaşıyor ve metni bir nesne gibi izlemeye başlıyor. Tablolarda muntazam bir şekilde sıralanmış bir düzen varken aynı zamanda bir kaos da görebiliyoruz.
Bochner farklı bir anlatım ve görsel ifade biçimi ile dilimizin nasıl değiştiğini izleyiciye sunuyor. Dil ile harf ve kelime arasındaki ilişkiyi vurgulamaya çalışıyor. Sanatçı işlerinde daha çok kuramsal ve teorik yaklaşımda olup dili meydana getiren öğelerin sanatın nasıl parçası olabileceğini izleyiciye gösteriyor. Bu sergi izleyicinin gözüne hitap etmekten çok beynine hitap eden bir sergi.

Yazımı bitirirken Picasso’nun bir söylemi aklıma geliyor “Eğer bir sanatçı günümüzü anlatan işler üretiyorsa o gerçek bir sanatçıdır.”


print