Mart ayı sergilerinden seçkiler

İlk durağım Tophane  PG Art Galeride’ki Hale Güngör  Oppenheimer sergisi. “Yedek Parça” başlıklı sergide, sanatçının kolaj tekniği ile yaptığı çalışmaları yer alıyor. Bir yere ait olma veya yabancılaşma gibi temaların işlendiği tuvallerde kimi zaman huzursuzluk, kimi zaman da rahatlık duygusunu hissedebiliyorsunuz. Çok uzun zamandır yurtdışında yaşayan ve Türk kültüründen uzak kalan sanatçının döndüğünde yaşadığı tecrübelerden dolayı iki kültür arasında ikilemde kalmışlığı çalışmalarına yansımış.

Düşüncelerini kolaj tekniği ile izleyiciye yansıtan sanatçının rastgele yerleştirdiği hayvan figürleri sanki tuval yüzeyinde boşlukta geziniyorlar, öyle ki tıpkı sanatçının kendisi gibi bir yere ait değiller. Yer yer kullanılan tekstil kumaş parçaları ise sıcak bir evin özlemi, tekrar aile kurma hissini veriyor. Bu anlamda sergiyi çok beğendim.

.

Daire sanat galerisindeki sergi ise “İlk Kat” başlıklı. Genco Gülan’ın marketten aldığı bir hazır nesneyi kendi imzasıyla sanat eserine dönüştürmesi ve Andy Warhol’a göndermede bulunması dikkat çekiciydi. Sanatçının hazır nesnelerin de birer sanat eseri olabileceğini izleyiciye göstermesinin yanı sıra bana Duchamp’ın Ready –Made’lerini hatırlattı.

İbrahim Koç’un sandalyesi ve video çalışması da üzerinde konuşulması gereken bir iş.  Sanatçının hayatının bir parçası olan bu nesne, Koç’un sanat üretiminin her evresine tanıklık etmiş ve nesneye sanatçı bir bakıma sanatsal bir anlam yüklemiş. Sanatçının bu çalışması bana, kavramsal sanatın önemli isimlerinden Joseph Kosuth’un bir çalışmasını anımsattı.

Ramazan Bayrakoğlu atölyesinden olan sanatçı Candan Öztürk’ün işi her ne kadar Ramazan Bayrakoğlu’nun çalışmalarına benzese de tekniğin kullanımı açısından bu genç sanatçıyı başarılı buldum.

Mısır Apartmanında Non Galeride ise Aslı Çavuşoğlu’nun “Murder in Three Acts” başlıklı 3 bölümlük film çalışması yer alıyor. İşlenen cinayet sonrası bir araya getirilen nesnelerin, nasıl bir cinayetin parçası olup, daha sonra birer delil olarak tekrar sunulmasını anlatan filmde, yer alan farklı kişiliklerin kendilerine göre olayı algılamaları, dolayısıyla kültürel ve tarihsel gerçeklerin izleyiciye nasıl sunulduğunun anlatılması açısından başarılı bir çalışma.

Galeri Zilberman’da  “The Way We Were” sergisinde Shawn Gladwell’nin video çalışması, insanın doğa olaylarına karşı fiziksel dayanıklılığını ve bireyin fiziksel gücünün sorgulanmasını anlatıyor. Doğa ile birey arasındaki mücadelede insanın kendi bedenine hakim olma çabası ile beden ve performans sanatının bir arada gösterilmesi açısından bu işi kuvvetli buldum.

Son sergisi “Mürekkep”teki fotoğraflarını çok beğendiğim Ahmet Elhan bu sergideki işinde kendi başına terk edilmiş bir yapıyı fotoğraflamış. Kendine özgü fotografik dili olan bu çalışma da ilginçti.

Manon’nun işine gelince ikilemde kaldım diyebilirim. Çalışmaya dikkatle baktığımda Hem Nan Goldin’in fotoğraflarındaki kadın pozlarını ( duruşlarını) anımsatması, hem de Cindy Sherman’ın bedenini kendi fotoğraflarında kullanması aklıma gelen ilk düşüncelerdi. Manon yaş olarak Sherman’dan daha yaşlı olsa da ikisinin işleri arasında bir benzerlik var . Her iki sanatçı da vücudunu sanatının malzemesi olarak kullanıyor.

Serkan Demir Türk kültürünün vazgeçilmez bir ögesi olan tespihi sanat yapıtı olarak sunarken, günlük hayatta kullanılan bu nesne zamanın ötesine geçerek duvardaki yerini sabit kılıyor.

Performans sanatçısı olan Roi Vaara ‘ın video çalışmasında hayat ile sanat arasında gelgitler yaşanıyor. Videoya hakim olan sanatçıdaki “kararsızlık hissi”nin izleyiciye başarılı bir şekilde yansıtıldığını düşünüyorum. Genele baktığımızda her iki unsurda birbirini tamamlayan ögeler. Bana göre sanat yaşamın ya da hayatın ta kendisi.


print