BAHARDA TATE MODERN

Bahar ayları yavaş yavaş yüzünü gösterirken yurt dışına seyahat etmeyi planlayan okuyuculara özel bir sanat yazısı kaleme almak istedim. Londra benim yılda mutlaka bir kaç kez ziyaret ettiğim, kültürel etkinlikler anlamında oldukça doyurucu bir tatil rotası. Avrupa’nın en prestijli müze ve galerilerine sahip olan kent, bir sanatsever açısından adeta cennet diyebilirim. Yılın hangi döneminde giderseniz gidin üst düzey sergilerle karşılaşacağınızın garantisini verebilirim. Müzelerin etrafında konumlanan keyifli cafe ve kitapçılar da cabası…Haziran ayına dek ziyarete açık olan, birbirinden iddialı üç sergiden bahsedeceğim sizlere.

Londra’nın önde gelen müzelerinden Tate Modern, bana göre uğranması gereken ilk durak. Eskiden bir hapishane binası olan, yüksek duvarlarıyla etkileyici bir mimari atmosfere sahip müze; kalıcı koleksiyonun yanı sıra eş zamanlı pek çok süreli sergiye ev sahipliği yapıyor. Yapının girişindeki geniş alanı ise her yıl bir sanatçıya özel enstalasyon çalışması için ayıran kurumun, Ekim ayında burada Kara Walker’a yer vereceği de kulağımıza gelenler arasında.

Tate Modern’de, 2019 yılına damga vuranlardan ilki Fransız Post-empresyonist ressam Piere Bonnard sergisi. 20 yıl önceki gösteriminden sonra Birleşik Krallık’taki ilk kapsamlı seçkinin izleyiciyle buluştuğu sergi, sanatçının keşfedilmemiş yanlarını da açığa çıkarıyor. Çağdaşı Henri Matisse ile birlikte 20. yüzyılın en büyük renk ustası kabul edilen Bonnard, izlenimcilerin aksine hafızasından resim yapmayı tercih eden ünik bir isim. Bir anın ruhunu zihnine hapsedip hayalgücünün de dokunuşuyla onu tuvale yansıtan sanatçı, kendine has renk kullanımı ve kompozisyon duygusuyla harikalar yaratıyor. Tate Modern’in de bu yaklaşıma uygun düşecek şekilde “The Colour of Memory” olarak isimlendirdiği sergi, rengin baskın bir unsura dönüştüğü 1912 yıllarından 1947’deki ölümüne dek geçen dönemini ele alıyor. Yaşamının bir bölümünü Cannes’da geçiren, tabiat ve deniz görüntülerinden çok etkilenen ressam, manzara resimlerinin yanı sıra ev yaşamına dair çalışmalara da imza atmış. Yemek yenmiş bir sofra, odadan çıkan bir figür gibi gündelik sahneleri, fırça hareketleri ve neredeyse dışavurumculuğun kapısını açan üslubuyla baştan yaratan Bonnard; iç ve dış mekân arasındaki ışık geçişleri konusunda da usta.

Kendisine mutluluğun ressamı denmesine rağmen obsesif-kompulsif bozukluğa sahip olduğu düşünülen eşinin hastalığından çok etkileniyor. Sürekli banyo yapan karısının resimlerini yapmak onun için adeta mental bir sınava dönüşüyor. Suyun dalgasını, bedenin devinimlerini tuvale başarıyla aktaran sanatçı için izlenimin ötesine geçen bir yorumlama söz konusu. Modern sanatın nispeten arka planda kalmış isimlerinden olan Piere Bonnard’ın sergisi 9 Mayıs’a dek devam edecek.

Müzede yer alan bir diğer sergi ise yine bir modernist imzası taşıyor. Amerikalı ressam  Dorothea Tanning’in 70 yıllık kariyerini ele alan sergi, 100’den fazla çalışmayı bir araya getiriyor. Resimlerinden heykellerine uzanan geniş ölçeğiyle göz dolduran seçki, retrospektif niteliği taşıyor diyebilirim. Sürrealizmin sınırlarını zorlayan ancak kariyeri boyunca kendisini sürrealist akıma dahil görmeyen Tanning’in bu akımla ilk karşılaşması 1930’ların New York’unda gerçekleşiyor. Dadaist ve gerçeküstücü ressam Max Ernst ile evlenen sanatçı, Freud’un teorilerinden çok etkileniyor. Bilinçaltı, rüyalar, seksüalite konularıyla derinden ilgilenen Tanning’in çalışmalarında gerçeküstü imgelerle tanıdık öğelerin birlikteliği göze çarpıyor.

Hayalgücünden taşanları özgürce tuvale aktaran ressam, Hieronymus Bosch’un başyapıtı olan “Dünyevi Zevkler Bahçesi” isimli triptiğinden de ilham alıyor. Bosch’un tuhaf görünümlü figür tasvirlerine ilgi duyan sanatçı, kuşlu oto-portresiyle dikkatleri üzerine çekiyor. 1950’lere geldiğinde resimlerinde daha soyut bir yaklaşımın seçildiği Tanning, daha sonrasında kumaş heykelleriyle adından söz ettiriyor. Yıllar içerisinde çeşitlenen bir üslubuyla özgün üretimlere imza atan sanatçının dönemleri ve resimsel yaklaşımları, sergideki ayrı odalarda kategorize edilmiş. Oldukça titiz bir araştırma ve prodüksiyonun ürünü olan sergi, Dorothea Tanning’i muazzam şekilde özetliyor diyebilirim. 9 Haziran’a dek görülebilecek olan sergiyi turunuza mutlaka ekleyin derim.

Modernizmden güncel üretimlere uzanarak Tate Modern ziyaretine Franz West ile devam edebilirsiniz. Avusturyalı kavramsal sanatçı Franz West, soyut heykel ve enstalasyonlarıyla tanınıyor. Tekstil malzemelerini kullanarak sıra dışı çalışmalara hayat veren West, 1960’lara damga vuran action painting ve performans disiplinlerinden ilham alıyor. Çok yönlü tekniğiyle ürettiği işler arasında mobilya ve kolaja da yer veren sanatçı, galeri ortamını dönüştüren iddialı bir estetik anlayışı benimsiyor. Tate Modern’de kapıların açan bu kapsamlı retrospektif, West’in ikonik kağıt işlerinin replikalarını da sergi deneyimine dahil ediyor. Yapıt ve izleyici arasındaki etkileşim açısından bir dönüm noktası niteliğindeki bu işler; ziyaretçilerin dokunma, yer değiştirme gibi müdahalelerine açık. Gündelik yaşama dair şapka, tarak, viski şişesi gibi objelerin de bir çeşit oyun alanı yarattığı sergi, interaktiflik bakımından göz dolduruyor diyebilirim. Kariyeri boyunca pek çok sanatçı, müzisyen, yazar, fotoğrafçı ile işbirliği yapmış olan West, son döneminde ürettiği göz alıcı renklerdeki büyük kamusal heykelleriyle unutulmazlar arasına ismini yazdırdı. Keyifli anlar vadeden bu sergi, 2 Haziran’a dek görülebilir.

Tate Modern’e gitmişken elbette Modern Amerikan Sanatı’nın en önemli örneklerini içeren kalıcı koleksiyonu da görmeden geçmeyin derim. Louise Bourgeois gibi yıldız isimlerin eserleri karşısında hayranlığınızı gizleyemeyeceksiniz. Son olarak müzenin mağazasından kitap ve hediyelik alışverişi yapmadan, müzenin karşısındaki cafe’de bir kahve içmeden turunuzu bitirmemenizi öneririm. Müzeler artık tüm bir gününüzü geçirebileceğiniz, keyifli mekânlar haline geldi. Benim de en sevdiğim anlar, bir müze ziyaretinden sonra satın aldığım kitap ve katalogları, bir fincan kahve eşliğinde okurken gördüğüm eserler üzerine düşündüğüm anlar. Londra’ya yolu düşecekler için iyi bir rehber olmasını dilerim.


print