SERAMİK DÜNYAMIZA BİR BAKIŞ

“Seramik , altının toprak üstünün cam olduğunu duyumsatandır…İnsanın toprak ile gökyüzü arasında yaşadığını anımsatan bir duygudur bu.”                                 

                    Güngör Güner

Toprakla ateşin aşkı olarak ifade edilen seramik, dünyanın en eski SANATI. Bu sanatın vatanı da Anadolu. Ülkemizde 12.000 yıllık bir geçmişe sahip bu sanat dalı; farklı uygarlıklar, değişen yaşam biçimleri, dönüşen estetik ve teknik anlayışlar doğrultusunda gelişim göstermiş. Günümüzde bu değişimin en nadide parçalarını arkeoloji müzelerimizde görmek mümkün.

13.yy Anadolu Selçukluları’yla başlayan ve Cumhuriyet Dönemi’ne kadar devam eden süreçte, İslam düşüncesi istikametinde ilerleyen geleneksel Türk seramik sanatı, Osmanlı döneminde süsleme, bezeme eğilimleri ile batı üslubuna yakın bir gelişim göstermiş. Geçtiğimiz yüzyıl başında yaşayan modernleşmenin getirdiği teknolojik yeniliklerle birlikte seramik sanatımız farklı bir boyut kazanmış.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yurt dışına giden bazı sanatçılarımız, değişik teknik ve düşüncelerle yurda dönmüşler. Kimi sanatçı, eski uygarlıklardan aldığı form anlayışını kendi politik ve eleştirel yaklaşımı ile birleştirerek geleneksel çıkışlı modern seramik heykeller yaratmış, kimisi ise malzeme kullanımının yanında vermek istediği mesajı kuvvetlendirmek için Duchamp’nın hazır nesneleri ya da Bauhaus ekolü gibi ilham kaynaklarından beslenerek üretim yapmış. Kimileri ise keçe gibi farklı bir malzemeyi seramik ile harmanlayarak sanatsal pratiğinde malzemenin sınırlarını zorlamış. Kısacası özgün, zengin içerikli, geleneksel süsleme anlayışından uzak, kişisel izler taşıyan, çok sesli seramik çalışmaları ortaya çıkmış. Konunun araştırmasını yaparken okuduğum kitaplarda, geçmiş sergi kataloglarında ve dergilerde, kadın seramik sanatçıların sayıca çok olması epey dikkatimi çekti.

Aklıma ilk gelen isimleri sayacak olursam:

Ayfer Karamani: Karamani’den bahsederken aklıma ilk olarak sanatçının kadın heykelleri geliyor. Duygularını tek başlarına ifade eden ya da gizlemeye çalışan, değişken beden  dilinin dışavurumu çok net gözlemleyebildiğimiz özgün figürler bunlar. Doğa ve insan konularını ele alan seramik heykellere hayat veren sanatçının; “Toprak avucumun içinde yani doğanın ta kendisi, ona şekil vermemi bekliyor.” sözleri onun doğaya olan hayranlığının göstergesi niteliğinde.

Güngör Güner: Yeniliklere açık, çevresel ve sosyo ekonomik konulara kayıtsız kalmayan seramik sanatçısı, sınırları zorlayan çalışmaları ile tanınıyor.  Kendisinin seramiğe dair yorumu ise şöyle: “Seramik altının toprak üstünün cam olduğunu duyumsatandır… İnsanın toprak ile gökyüzü arasında yaşadığını anımsatan bir duygudur bu.”

Füreya Koral: İlk seramik atölyesini kuran ve artistik niteliği yüksek, üç boyutlu, üzerinde anadolu motiflerini barındıran panolar yapan sanatçımız. Türk toplumunun hafızasında yer edinmiş değerli bir isim. Benim unutamadığım ise 2018 yılında Akaretler’de Kale Grubu destekleğiyle gerçekleşen retrospektif sergisi; kesinlikle uzun yıllar konuşulacak bir projeydi.

Alev Ebuziyya: Seramiklerinin formlarını Anadolu’da Neolitik dönemden beri var olan çanak formundan ilhamla oluşturan sanatçı; hacim, boşluk, renk, gerilim gibi öğeleri dengeli ve başarılı kullanımıyla öne çıkıyor. Arter’de devam eden Tekerrür sergisi 7 Mart’a kadar izlenebilir.

Jale Yılmabaşer: Çalışmalarının çıkış noktasını Anadolu Medeniyetleri ve bu toprağa ait yerel kültür öğeleri diyebiliriz. Yurt dışı ve içi sergiler, konferanslar ve seminerlerle görünürlüğünü artıran sanatçı; duvar panoları ile tanınan değerli bir isim. Mimari ile iç içe yaşayan seramik eserleri, günümüzde önemli binalarda yer alıyor.

Nasip İyem: Seramiklerine Anadolu kadınının yaşam biçimini aktarmış ve aynı zaman da Leopold Levy’nin atölyesinde öğrendiği teknikleri de uygulamış bir isim. Türk sanat tarihinin bir diğer değerli sanatçısı eşi Nuri İyem ile birlikte, farklı bir alanda yetkinliğini ispatlamış.

Beril Anılanmert: Sahip olduğum ilk seramik eserin sanatçısı olması nedeniyle benim için kıymeti büyük. Bir bütünün parçalanmış bileşenlerini yepyeni bir sentez ile tekrar bir araya getiren ve gerçekçi olduğu kadar farklı “yeni bir bütün” yarattığı pratiğiyle göz dolduruyor.

Candeğer Furtun: Parçalanmış uzuvları kullanarak gövdenin bütünlüğüne yaptığı göndermelerle; kimlik, kimliksizlik gibi konulara dikkat çeken sanatçı, eserin kompoziyonundaki parça-beden ilişkisini ve tümavarımcı yaklaşımını itinayla öne çıkarıyor. Çalışmalarının alt yapısı epey kuvvetli isimlerden olan Furtun, çağdaş seramik tarihinin mihenk taşlarından diyebiliriz.

Canan Dağdelen: Parçacıklı, uçucu ve görüntünün verdiği hislere odaklı çalışmalarıyla bilinen sanatçı; pratiğinde, mekan, uzam, mimari bellek ve özellikle yerçekimi kavramlarını irdeliyor.

Nermin Kura: Amerika’da yaşayan akademist sanatçı; çiçek, tohum ve meyveyi andıran organik formları temel aldığı eserlerinde, insan vücuduyla benzerlik taşıyan öğeleri ustaca yapıtına yansıtmayı bilen özgün isimlerden.

Pınar Baklan: Sanatçının koleksiyonuma dahil ettiğim eseri ile ilk karşılaşmam Pera Müzesi’nde açılan karma bir sergide oldu. İlk dönemlerinde daha çok geometrik formlar üzerine çalışan Baklan, son dönemlerde biyomorfik soyut organik biçimleri ele aldığı heykeller yaratıyor.

Melis Buyruk: Hem yurt içinde hem de yurt dışında görünürlük kazanmış olan sanatçı; kolaj benzeri yaklaşımı ve figürün parçalı kavramına getirdiği yorumlarla özgün bir yere sahip. Eserlerinde dekorasyondan yapısökümene, güzellikten dehşete, gerçekçilikten gerçeküstücüye kadar çeşitli resimsel ve kavramsal boyutlar dikkat çekiyor.

Yukarıda bahsettiğim isimler dışında yazımda yer veremediğim değerli sanatçılarında Türk seramik sanatına katkıları yadsınamaz.

Peki , tüm bu gelişmelere rağmen zengin bir seramik kültürüne sahip ülkemizde seramik sanatı neden hak ettiği sanat ortamına ulaşamadı?

Kanımca, seramik sanatı toplumumuza yeterince tanıtılamadı. Halk arasında çanak/çömlek olarak bilinen seramiğin zanaat mı yoksa sanat mı ollduğu en çok tartışılan konu. Seramik sanatının içeriğine dair seminerler, konferanslar ile konuyu ve örnekleri halka açarak tartışmak daha fazla farkındalık yaratacaktır diye düşünüyorum. Değerli seramik sanatçılarımızın katılımıyla gerçekleşecek atölyelerin sıklığı arttıkça insanların seramiğe olan ilgisi yükselecektir. İlaveten bu konudaki kitap, dergi vb. yayınların sayıca azlığı da gözden kaçmıyor. Eğitim en önemli konu. Üniversitelerde lisans düzeyinde verilen seramik eğitiminin içeriği, yeterliliği denetlenip incelenirse ve daha yenilikçi müfredat programları hazırlanabilirse hem eğilimler saptanmış olur hem de sanatseverin ilgisi tabana yayılır.

Bir diğer tarafı ticari yanı. Galeriler tarafından daha fazla seramik sergileri yapılması da yine olumlu etkide bulunacaktır. Şu an için İstanbul’daki tek seramik galerisi, D’Art galeri ve direktörü sevgili Duygu Bağlan, seramik sergileri yapan çok özel, niş bir mekân sunmuş bizlere. Büyük bir özveri ile ayakta tuttuğu galerisinde yıllardır değerli seramik sanatçılarımıza sergiler düzenlemiş işine son derece hâkim ve mütevazı bir isim. Ülkemizde seramiğin daha çok akademik ve endüstriyel çerçevede ele alınmasından duyulan kaygı üzerine  “Seramik Sanattır” ilkesini topluma yaymaya çalışan D’Art Galeri, başlangıçta daha çok akademi çevresindeki sanatçılara yer verirken daha sonraları genç ve yetenekli seramikçiler için açtığı sergilerle adını duyurdu.

Ayrıca kamu mekanları için üretilecek olan projeleri teşvik etme, destekleme çabaları da Türk seramik sanatının tanıtımı ve geniş kitlelere yayılması açısından çok önemli .

Seramik yaşadığımız coğrafyanın kültürel kimliğinin oluşumunda değeri yadsınamaz bir alan. Bir gün tüm sanatçılarımızın yapıtlarını bünyesinde toplayan seramik müzelerinin de olması dileğiyle…

Yazımı Atilla Galatalı’nın deyişiyle bitirmek istiyorum.

“Çağdaş Seramik sanatçısı, seramik sanatının tarih içindeki yapısına yönelteceği eleştirim ile sanatı, el sanatı ve kullanıma açık kap olgusundan soyutlayabilen, çağdaş görsel sanat yapısını geleceğe de ışık tutabilecek şekilde evrimsel koşullarla ortaya koyabilen kimsedir.”


print