PANDEMİ SONRASI KÜRATÖRLÜK 2

Pandemi nedeniyle küresel düzeyde hemen her sektörde yaşanacak değişimler arasında elbette sanat da yer alıyor. Müzeler, sanat kurumları ve müzayedeler şimdiden online sergileri izleyicinin deneyimine sunmaya başladılar. Bunların arasında tematik, küratoryal seçkiler de oluyor. Sizce uzaktan etkileşimin hakimiyetini kuracağı yakın gelecekte küratörlüğün bu yeni deneyim alanı ile ilişkisi nasıl ilerleyecek?

Çelenk Bafra: Sosyoekonomik ve politik paradigma değişirken genel itibariyle evren, uzam ve mekân kavramlarıyla ilgili farkındalığımızın ve zaman algımızın dönüştüğü günlerden geçiyoruz ve sanat ve küratöryel pratikler için de bunlar çok belirleyici. Sanat alanında alıştığımız pek çok şeyi yeniden düşünüp tanımlamamız gerekecek. Bize ‘normal’ olarak kabul ettirilen pandemik kriz öncesi düzene geri dönmeyi beklemiyorum, açıkçası bunu istediğimden emin değilim. Ele almamız gereken yeni sorunsallar, ortaya koymamız gereken yeni soruları doğurmaya başladı bile. Sanatçılar ve düşünürlerin bu dönemi çok verimli geçirdiğine ve hepimizden önce bunları duyumsayıp yorumlayacağına eminim. Sanat alanının kendisine dönersek, çoktandır tartışmalı olan müzecilik anlayışı, gösteri(ş) odaklı küresel fuar ve bienal ölçeği, etkinlik ve nümayiş hızı ve beyaz küpte sanat yapıtı sergileme kültürünün değişmesine zaten ihtiyacımız vardı. Belki de sanatı üretme, sunma ve deneyimleme biçimlerimizi çeşitlendirip demokratikleştirecek bir değişimin tam zamanı. Bu bağlamda, dijital ve çevrimiçi mecraların taze ve kolaylaştırıcı cazibesini yadsımasam da asıl belirleyici olanın mecra değil, bağlam ve içerik olduğunu unutmuyorum. Aksi kolaya kaçmak gibi geliyor ve hız/tüketim odaklı düzenimizi tekrarlamanın ötesinde bir şey ifade etmiyor bana. Geçmişte uzun uzun gezemeyeceğimiz, üzerine doğrudürüst düşünüp yazamayacağımız kadar çok sergi ve sık etkinlik üretilmesinin ne faydası oldu bize ve sanatçılara? Yeni bir şey söyleyip önermiyorsak bugün muadillerinin ve hatta illüstrasyon niteliğindeki içeriklerin sosyal medyada ya da çevrimiçi sunulmasının anlamı ne? Özetle, bence belirleyici olan bugüne ve geleceğe cevap verecek içerik ya da seçkiler yaratabilmek, daha da önemlisi bunu yaparken bağlam, mecra ve içeriğin birbiriyle örtüşmesi. Örneğin, içinden geçmekte olduğumuz süreç özelinde en az çevrimiçi ve dijital kadar kamusal alanı da önemseyip üzerine düşünüyorum. Ama hangi kamusal alan ve kimin kamusal alanı? Pandemi sırasında (ve sonrasında) kamusal alan nedir, ortak alan nedir, özel alan nedir, ev kimindir, işyeri neresidir, sanat veya sosyalleşme mekanı nasıl olmalıdır? Bunun gibi muğlaklaşmış onlarca tanım üzerine küratöryel pratiklerin söyleyeceği olmalı. Keza, doğa nedir? Onu bu kadar manipüle etmiş, şimdi de (sınıfsal imkanlarımız ölçüsünde) kendimizi izole ederken insan olarak bu gezegenin ve ekosistemin neresindeyiz? Sanat hissettirebildiği, düşündürebildiği ve tavır alabildiği sürece değerli benim için. Küratöryel pratiklerin sadece mekânsal ve fiziken değil, varoluşsal bir mesele olarak da gezegenle ve birbirimizle güncel ve âdil etkileşim biçimlerine odaklanmasının tam zamanı diye düşünüyorum.

Dolayısıyla önceliklerimizden biri paydaş ve destekçilerimizle bağlarımızı daha da sıkılaştırmak ve hep beraber sanatın dönüştürücü gücüne ve sanata desteğin gerekliliğine dair inancımızı tazelemek. Günümüze ve belirsiz görünen geleceğe dair tasarruf ve kriz yönetimi planları yaparken sanat ekosistemini güncel bir perspektifle yeniden değerlendirip ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap verebilmek adına Türkiye ve yurtdışındaki tartışmaları gözlemleyip alanın aktörleriyle fikir alışverişinde bulunuyoruz. Kötümser değil ama gerçekçi olmak gerekirse mevcudu sürdürmenin zorluğu ortada, bu nedenle halihazırdaki destek modellerimizi önceliklerimize göre revize ederken farklı kaynak yaratma stratejileri de araştırıyoruz. Telaşa düşmeden ihtiyaç ve aciliyetleri etraflıca değerlendirerek kararlar alacağız. Şimdilik destek vermeye söz verdiğimiz halde ertelenen ya da iptal olan yurtdışı projelerdeki sanatçı ve kurumları mağdur etmemek adına desteğimize devam edebileceğimizi düşünüyorum. Diğer yandan, çevrimiçi ve dijital mecralardan da yararlanarak kurumsal iletişim ve yönetişim anlayışımızı daha erişilebilir ve rahat hale getirmenin arayışı içindeyiz. En önemlisi ise oldukça kırılgan ve yoksun dönemlerden geçeceği aşikar bağımsız sanat üreticilerin yanında olduğumuza dair güven vermek ve bize ulaşabileceklerini hissettirmek. Bağımsız küratörlükle veya vakıf/derneklerde çalışarak kirasını ödemek durumunda biri olarak ‘prekarite’ kavramı üzerine yeni düşündüğüm bir şey değil ama önümüzdeki dönemde bu meseleye nasıl yaklaştığımız hepimiz için belirleyici olacak.

Melike Bayık: Pandemi hiç beklemediğimiz bir anda tüm dünyayı kuşatarak, hepimizi durdurdu. Yoğun biçimde akışına kapıldığımız hayatlarımız, sanat dünyası ya da eğitimler hepsi bir anda süresiz biçimde askıya alındı, dolayısıyla da oldukça yeni formlar içinde yaşamaya ve üretmeye, yeni modeller geliştirmeye başladık. Günün getirisi ile aslında yepyeni bir şey olmayan uzun zamandır, çeşitli sanat kurumları tarafından kullanılan ve geliştirilen çevrimiçi sanat etkinlikleri daha da ivmesini arttırdı ve çoğaldı. Üretim modelleri, bilgiyi paylaşım metotları var olan yapı üzerinden daha da aktifleşerek kitlelere ulaşmaya devam etti. Sanat üretimi bağlamında bakıldığında ise sanatçılar üretimlerini hali hazırda mekanlarında, atölyelerinde sürdürürken paylaşımları dijital medyalar üzerinden gösterilerek, bağımsız çalışma yaklaşımları karşısında, süregelen mekan problemlerini aşarak sanal bağımsız sergiler sunmaya başladılar. Küratörlük ise geçmişten bu güne dünyanın geçirdiği, toplumsal, ekonomik, siyasal vb. birçok olaydan direkt etkilenerek daima yeni formlar içine girmeye hazır, kalıpları yeni durumlara alışkın olabilecek bir meslek bana kalırsa. Bugünün getirisi ile çağımızda teknolojinin “uç” örnekleri ile sunulan eserler, küratöryel deneyimler zaten vardı, sadece pandemi sonrasında bu dinamiğin daha da güçlenerek ne denli arttığından söz edebiliriz. Evlere kapanıp, üretmeye, paylaşıma devam ettiğimiz süreç içinde sosyal medyalarda, sanal ortamlarda sergiler, konuşmalar, söyleşi ve paylaşımlar devam etti. Küratörlüğün klasik bildiğimiz doğası olan mekânsal, kavramsal yaklaşımını sanal ortamlarda daha da yoğun biçimde izlemeye başladık. Bir sergiyi mekanda izlemek ile sanal düzlemde izlemek arasında fark olduğunu düşünüyorum. Elbette sanal izlenim ve paylaşımlar izleyici için ulaşılabilirliği ve bilgi paylaşımını arttıran platformlar, ancak şunu da düşünmek lazım ki kurumlarda izlediğimiz, mekana özgü ya da deneysel saydığımız yapıtların izleyici ile direkt iletişime geçmesi diye bir konu var. Sanal düzlem bu gibi meselelere ancak bir boyuta, sadece bir ekrana kadar izin verebilen bir alan. Verimlilik açısından sınırsız kaynak paylaşımı sunabiliyor olsa dahi, mekandaki küratöryel kurgu ve bağımsız sergiler içinde izlenen yapıt-izleyici dinamiği her zaman haptik algı seviyesini deneyimleten bir alan. Küratörlük ise sanatçı, izleyici, kurum gibi kişilerle kurulan ilişkinin tam ortasında kavramsal ve kuramsal bir sentez yaratan güçlü bir yapı. Sanal ve mekânsal düzlemlerin deneysellik açısından birbirinden oldukça bağımsız algılar sunduğu bariz. Küratörlüğün ise bu bağlam içinde güncel durumdan etkilenerek, her zaman olduğu gibi alternatif metotlar içinde ilerleyerek, ileriki yıllarda gerçekleşecek sergilerde de hem sanal, hem de somut mekan varlığı içinde çift yönlü, çoğulcu üretim modelleriyle karşımıza çıkmaya devam edeceğini düşünüyorum. Sanat dünyamıza yeni, katmanlı ve çarpıcı kurgusallıklar sunarak, güncel üretim modellerine sanatçılar ve kurumlar ile etkileşimiyle beraber yeni yaklaşımlar çerçevesinde devamlılık getirmeyi sürdürmeye devam edecek.

Esra Aliçavuşoğlu: Hemen her alanda tanımların, alışkanlıkların, deneyim biçim ve süreçlerinin değiştiği/değişeceği iddia edilen bir dönemden geçiyoruz.  Daha önce çok sayıda salgın yaşamış insanlığın dijital zamanlardaki karantina ya da izolasyon deneyimi fazla olmadığı için yakın geleceği kestirmek çok zor, o nedenle “değişim” kelimesini belli bir rezerv dahilinde kullanmak gerek diye düşünüyorum. Zira bu değişim olumlu olabileceği gibi uzun vadede belirsizlik de içeriyor hiç kuşkusuz. Sanat tarihine nasıl dönemin toplumsal ve kültürel yapısından azade bakamıyorsak, bu günleri de yine geniş bir çerçeveden algılamak zorundayız.  Bu bağlamda kültür, sanatın aktörleri ve kurumları da ‘kendini’ devam ettirebilmek ve yaşamak için çeşitli manevralar, davranış biçimleri geliştiriyor. Dolayısıyla bu biçimlerin henüz yapım aşamasında olduğunu düşünüyorum; bilinçli ve sistemli bir hale gelebilmesi için zamana ihtiyaç var.

Covid-19 salgınının ardından online sergiler gerçekleştiren galeri ve müzelerin bu yönelimleri şu an için, tamamen gereksinimden; yani varolan sergilerin online olarak sunumundan ibaret. Bunu özellikle vurgulamak gerek, çünkü, online bir sergi kurmak, temalaştırıp kavramsallaştırmak farklı bir üretim pratiği gerektiriyor.  Bir süredir bu yeni pratik üzerine çalışan, içerik oluşturan küratör ve kurum var. Bu yeni deneyim alanı, bu süreçle hızlanıp, çeşitlenecek diye umuyorum. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde müzeler, kurumlar ve küratörler yeni sergi içerikleriyle karşımıza çıkacaklar ya da duvarlarının videolarını izletmekten öteye geçemeyecekler. Eski modeller üzerinden, risk almadan, “ne yaparsak izleniyor zaten, tekeliz biz” anlayışıyla ilerleyen kurumlar için bu süreç kolay olamayacak. Çünkü sanat her zaman olduğu gibi bugün de dönüşüyor, güncelleniyor ya da geleceğe tercüme ediliyor; hem biçimsel, hem de içeriksel olarak yeni ve farklı dillerle kendini ifade etme yolları arıyor. Bunu görerek, bu ifade araçlarına ön veren her kurumun zamanın şartlarına ayak uyduracağını düşünüyorum.  Bu süreçte durumdan en karlı çıkacak olan ise izleyici olacak.  İzleyicinin görebilme, izleyebilme şansını yakalaması açısından daha demokratik bir sürecin gerçekleşeceği açık. Ayrıca özellikle müzeler koleksiyonlarındaki yapıtları tematik sergilere nasıl ödünç verecek, depolarını ve koleksiyonlarını nasıl şeffaflaştıracak, bunları önümüzdeki günlerde izleyip, göreceğiz. Özetle hemen her alanda olduğu gibi “her şeyin yerli yerinde kalması” ihtimali ile “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı”ndan oluşan geniş bir projeksiyon yelpazesinde, ben oyumu geleneksel kalıpların değişeceği olasılığından ve küratörlük kurumunun da bu durumdan elbette nasibini alacağından yana kullanıyorum.

Ali Akay: Ben tarihi bir şekilde baktığım zaman, her büyük epidemi sonrasında (veba, grip salgını, tifo, tüberküloz vb.) yeniden büyüyen ekonomilerin (“kapitalizmin dinamiği”  Fernand Braudel’e göre) yeniden ayağa kalktığını göreceğimiz bir tarihten geçmekte olduğumuzu sanıyorum. Ne kadar süreceği belli olmayan, ama aşısının bulunması açısından hızla ivme kazanmakta olan birden çok, birçok ülkedeki laboratuvarlarda yapılan araştırmaların içinde olduğumuz bilim dünyası içinde, umutlu bir şekilde, bulunabileceğini düşünüyorum (Bir buçuk iki sene olarak bir zaman birimi düşünüyorlar sanırım aşının bulunup yaygınlaştırılması için). O bakımdan, tele-sergi veya tele-konferans döneminin ilelebet süreceğini sanmıyorum. Şu anda aceleyle müzelerin ve galerilerin sanal sergiler ve sanal anlatımlar yapmakta olduklarını izliyoruz;  evet ve aynı zamanda sanat çalışanlarının (büro işleri yapanlar, gözetmenler vb. ) işten çıkarmaları da takip etmekteyiz. Ekonomik krizin vurduğu alanlardan birisinin de, böylece, sanat ve kültür sektörü olduğu gözükmekte.  Küratörlüğün bu anlamda yeni deneyim alanı olarak nasıl bir yere doğru evirileceğini söylemek  bana bir kehanet sorusu gibi görünmekte. Sergi yapmanın tele-konferans yapmak kadar kolay olamayacağını düşünmekteyim; çünkü tele-fonla veya tele-graf ile ses veya yazı yollamak eski bir teknolojiydi. Guillaume Amantos’un optik işaretler ile daha 17.yüzyılın sonunda, 1690’da Luxembourg Parkı’ndan Paris ve Meudon arasında uzaktan işaretlerle haber yollaması eski bir bakışı bize göstermekte. Bu örnekler çoğalabilir, en eskisinden başladım.  Bugün geçici olarak, espas içinden çıkmış vaziyetteyiz. Gerçek espasa değil, zaman içinde kalan sanal espas içinde piksellerin kırılarak fragmanter, çok parçalı bir biçimde sanal uzamda seyahat ettiği bir yüzey üzerinde görülen, zamanda yüzen imgelere bakmaktayız (aklıma burada, Seza Paker’in Galerist’de  son sergisindeki (Geçerken, 2019) bir çalışması geliyor: Birer geometrik form olarak espasta her yana, rastlantısal olarak,  dağılmaktayız).

Bu durum için, espastan çıktık, dağıldık ve zaman içinde algılamaya başladık diyebiliriz.  Bu anlamda,1960’lardan beri kavramsal sanat, Espaslardaki devasa performanslar, Land art, büyük devasa enstalasyonlar gibi espas merkezli bir sanat algısının mümkün olamadığı bir durum içinde sıkışmış duruyoruz, şu içinde yaşadığımız zaman birimi içinde. Bunun nasıl bir geleceğe açılacağını görmek için sanatçıların gerçekleştirecekleri eserleri beklemek lazım, diye düşünüyorum. Hangi formlara doğru açılacaklar( ama, bu,  eski internet ortamı olmaktan çok uzak ve farklı olmalı, yoksa bildiğimiz ve daha önce salgın öncesi kullanılan  yöntemleri kullanarak sanatı geliştirmek imkansız olacak ve kendi kendimizi kandırmaya başlayacağızdır).  “Doğru küratörler” her zaman sanatın ve sanatçının peşinden gittiler. Bu anlamda, sanatçıların gittikleri yerlere bakmak lazım. Şu anda bazı galerilerin sanal ortamda sergilerini gösterme, sanal ortamda müzayede düzenleme sanatın tam da ticari olan kısmına dokunmakta ve bu anlamda mekan var veya yok  fark etmeksizin işlerine devam eder görünümünü vermektedirler. Burada daha yaratıcı olan bir müzayede veya galeri ben görmedim. Bu girişimlerde bildiğimiz teknolojinin  verileri ve alışık olduğumuz formlar içinde  kalarak eserleri izleyicilere sunmaktalar. Bu, tabii bu ortamda yapabilecekleri tek şey olduğundan dolayı, bu söylediklerimi eleştirel bir bakışla söylemiyorum. “Düşünceyi ve formları nasıl ileri götürebiliriz ?” sorunu sormak için dile getiriyorum. Herkesin bir şekilde yaşaması, elbette. Ancak,  bize sorulan soru daha ontolojik bir soru olmaya yüz tuttuğundan  dolayı başka formları düşünmenin ben, asıl sanatçıların işi olduğunu düşünüyorum, küratörler, sanat tarihçileri, galerici veya koleksiyonculardan çok. Sanat dünyası içinde önce sanatçı var. Gerisi onu takip eder bir şekilde onun peşinden gitmekte. Öyle değil mi ?

Necmi Sönmez: Karantina sürecinin sanat ortamına başını önüne koyup düşünme olanağı sağladığı süreçte, sosyal medyada, türlü online kanallarda gelişen “çevirimiçi olma” çabalarını ezici çoğunluğunun yeni içerikler geliştirmek yerine, basit bir reklam, PR kampanyası, çizgisini aşamadıklarını görüyorum. Bu da bir tür görsel kirlilik değil mi?

Çevirimiçi pratikleri üzerinde projeler geliştirerek çalışmalarını bu alanda paylaşıma açan sanatçılar, teorisyenler 1980’lerden itibaren farklı bir Yeni Medya estetiği üzerine çalışıyorlardı. Ama onların çabalarının sanatın demokratikleşmesi, çağdaş sanat üzerindeki sanat piyasası baskısının, Avrupa ve Kuzey Amerika Merkeziyetçiliğinin sorgulanması gibi son derece haklı, önemli hedefleri vardı. Bu alandaki düzeyle, şimdiki “online olma” eğilimleri arasında dağlar kadar farklılık var. Maruz kaldığımız sanal etkinlik patlamalarında, bir tür “adımız dönsün”, normal zamana geçinceye kadar birşeyler yapalım mantığı var. Oysa unutmamak gerekiyor ki, tüm bu yaşadıklarımızdan sonra “eski normale” dönemeyeceğiz. Küratörlüğün de bundan etkileneceği kesin. Burada “yaratıcı küratör” ile yazılım, web tasarımından anlayıp her yerde, her koşulda ismini öne taşıyan “iş geliştirmeci küratör” arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. Yaratıcı küratör sanat eserinin tartışmaya açılmasında, farklı bağlamlar kurularak yeni görsel tecrübeleri tetiklemeye yönelik çaba içindeyse bunun için sanatçılarla birlikte çalışarak farklı deneyimlerin kapılarını aralamaya yönecektir. Bu süreçte elbette “online medyalar” önümüzdeki dönemde önemli bir rol üstlenecek. Bu sayede bilgi akış sistemlerinin, küratöryel çalışma modellerinin değişeceği kesin. Ancak bunun Yeni Medya Sanatı’yla uzaktan yakından bir ilişkisi olmadığını, tamamen sanatsal tecrübenin dijital süreçlere aktarılmasıyla ilgili olduğunu bilmek zorundayız.

Singapur, Taiwan örneklerinde gözlemlendiği gibi, epidemilerin bir tür jo-jo effektiyle sürekli gidip geldikleri göz önünde tutulursa, şimdi yaşadıklarımızı yeni bir başlangıç olarak kavramamız gerekiyor. Bugün çevrimiçi, online, dijital mecrada sahne alanların yarınları, diğer epidemi dalgalarından sonra ne yapacaklarını da düşünmeleri bir zorunluluktur. Sanatsal üretim, paylaşım süreçlerinden çalışan herkesin daha eleştirel, sorgulayıcı, paylaşımcı eğilimlerle “yeni bir edep” geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

 


print