“ÇİFTDÜŞÜN ÇİFTGÖRÜ”YE NEDEN GİTMELİYİZ?

  1. Pera Müzesi’nde geçen hafta açılan “Çiftdüşün Çiftgörü”, Rus Konseptüalizmi’nin başarılı örneklerini bir araya getiren, tüm dünyadan 34 sanatçının yapıtlarını izleyiciyle buluşturan kuvvetli bir seçki. Yüzyıllardır gücünü kaybetmeden bugüne ulaşan kurumsallaşmış düşünce biçimini hedefe alan sanatçıların, bu sistemi kökünden değiştirme motivasyonuyla, çeşitli bürokratik yapıların çalışma yöntemlerini hicivli bir dille eleştirmesi gerçekten ilgi uyandırıcı.
  2. George Orwell hayranları için sergi daha ilgi çekici olacaktır. İsmini; Orwell’ın, yayınlandığında oldukça ses getiren ve halen kült edebiyat eserlerinden biri sayılan distopik romanı 1984’te kullandığı “Çiftdüşün” kavramından alan sergi, imgelerin altına gizlenmiş politik iğnelemelere de sahne oluyor.
  3. Rus sanatçı Pavel Pepperstein’in açıklık getirdiği gibi; aslında olumsuz gibi görünen “çiftdüşün” kavramı, 1970-80’lerde devlet nezdinde sanatçı kimlikleriyle özgürce üretim yapmaktan imtina eden Moskovalı kavramsalcıların, biraz da zorunluluktan geliştirdikleri farklı iletişim biçimine işaret ediyor. 
  4. Alistair Hicks’in küratörlüğünü üstlendiği seçkide, Anselm Kiefer, William Kentridge, Bruce Nauman, Raymond Pettibon, Marcel Dzama, Keith Tyson ve Thomas Ruff gibi yıldız isimlerin işleri de kuşkusuz seyir zevkini artıran unsurlardan biri. Türkiyeli sanatçılar da gerek sergi konsepti gerekse de görsel ve kavramsal altyapı bakımından bu ustalarla müthiş bir uyum ve diyalog içinde. 
  5. Her biri özel ilgiyi hak eden üst düzey eserler arasından “Sınıraşımı” yerleştirmesi öne çıkıyor. Galim Madanov ve Zauresh Terekbay bu kolektif çalışmayla 2011 yılındaki Venedik Bienali’nde de Kazakistan’ı temsil etmişti. Kütüphane düzeninde raflara yerleştirilmiş 400 adet küçük tuval resmiyle, gündelik hayatımıza işlemiş prototipleri merceğe alan ikili, Sovyet sistemine dair sorularını Kazak kültürüne ait imgelerle soruyor.  Hemen ardından gelen Nikita Alexeev’in “İkonostasis Kravatı” ise sembolik diliyle, bu soruların cevabını bulmanıza ön ayak oluyor. 
  6. Kader Attia’nın “Hiçbir Şey Değişmedi” isimli işi ise serginin temasıyla direkt olarak örtüşmesi bakımından dikkate değer. Dikenli tellerle sarılmış 3 adet kitaptan oluşan yerleştirme, bir işkence yöntemi olarak bilgiden mahrum etme, fikirlere ket vurma gibi tutumları hatırlatıyor. Attia’nın çalışması, içerik ve imge açısından da zıtlıklara dikkat çekerken; dikenli tellerin kıvrımları, düşünce sisteminin yapısını temsil ediyor.
  7. Sanatçıların son derece kişisel deneyimlerle ortaya koyduğu, izleyicinin empatiyle yaklaşmasını gerektiren işler de seçkiyi zenginleştiriyor. Marilá Dardot’nun kitap kapaklarından oluşan duvar enstalasyonu “Türkçe Kütüphanem” ile hem göze hem ruha hitap eden bir eserin derinlerine inerek dokunaklı bir nostalji yaşamak mümkün. 
  8. Hera Büyüktaşçıyan’ın “Kayıp Cennetten Mektupları”nı okumaya çalışmak, Aslı Çavuşoğlu’nun devrime yüklediği yeni anlamı keşfetmek, Ali Kazma’nın sıradan olana kazandırdığı masalsılığa tanık olmak ve Erdem Taşdelen’in 48 kartvizitlik yerleştirmesiyle “Bir insan kendini kaç farklı şekilde sunabilir?” sorusunun cevabını ve altında yatanları aramak size de keyifli gelecektir.
  9. Oto-sansürün tuzağına düşmeden, tersten okuma ya da çoğulcu fikir üretmenin nasıl zihin açan bir eylem olduğunu keşfedeceğiniz sergi, 6 Ağustos tarihine dek devam ediyor.

print