Geçmişle Yüzleşme

Bu günlerde Galeri Mana önemli bir karma sergiye ev sahipliği yapıyor. Jumana Emil Abboud,Bashar Alhroub,Mustafa al Hallaj,Jeremy Hutchison,Jawad al Malhi,Olivia Plender’nun yanısıra 13. İstanbul Bienali’nde çalışmaları yer alan iki genç sanatçı Basel Abbas ve Ruanne Abou-Rahme’nin de eserleri sergide yer alıyor. Londra’daki Delfina Foundation işbirliği ile düzenlenen serginin küratörlüğünü Rebecca Heald üstlenmiş. Sergi başlığını Judith Butler’ın 1993 tarihli aynı adlı kitabından ( “Anlamlanan Bedenler “Bodies That Matter)’dan alıyor.

Günümüz toplum politikalarında baskın olarak dikkati çeken “politik beden” kavramını irdeleyen sergideki sanatçıların ortak noktası; Filistin’de beden ve iktidar yapıları üzerine düşünen isimler olmaları. Filistin, belki de iktidar politikalarında kullanılmakta olan bu kavram açısından diğer dünya devletleri arasında en fazla öne çıkanlarından birisi.
Siyasi düşüncede “Politik Beden” kavramı yüzyıllar boyunca iktidar örgütlenmesini insan bedenine benzetmek için kullanıldı. Modern iktidarlar hiç bir zaman yalnızca akıl ile ilgilenmezken bedenide politikalarına dâhil ederek, bu şekilde kurdukları otorite ile kendilerini meşrulaştırabilmişlerdir. Fransız düşünür, sosyal teorist, Michel Foucault bütün çalışmalarını, modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurmuştur. Foucault’a göre; “Modern toplumlarda iktidar toplumu bir bedenler bütünü olarak görmek istemekte ve bu bedenleri kontrol altına almak için inanılmaz bir baskı uygulamaktadır”

Benzer şekilde Thomas Hobbes’un “Leviathan” adlı eserinin kapağında, düşünürün mutlakiyetçiliğe olan inancının doğrudan bir ifadesi olarak birçok insan bedeninden oluşan tek bir hükümdar bedeni yer alır. Anne-çocuk ilişkisinden yola çıkarak; çocuğun bile kendisini koruyan kişiye boyun eğmek zorunda olduğu düşüncesi, Hobbes’un devlet felsefesinin özüne bu korku ve güvenlik ihtiyacını yerleştirmesiyle kendini gösterir.

Manadaki sergiyi gezerken, Berlin Bienali’ndeki Filistinli sanatçı Khaled Jerrar’ın bir çalışmasını hatırlıyorum. Geçmişte Yaser Arafat’ın korumalığını yapmış olan Jerrar’ın, kimlik kavramından yola çıkarak gerçek pasaportlara yapıştırdığı “Sahte Filistin Devleti Pulları”, onun gerçek bir Filistin devleti özleminde ve gerçek kimlik arayışında olduğunun göstergesiydi. Jerrar’ın böylelikle sanatı da politik bir eyleme dönüştürme çabası kolaylıkla sezilebiliyordu. Günümüzde, Filistin pasaportu artık var olsa da seyahati kolaylaştırmaktan çok zorlaştırıyor.

Sanatçı Jeremy Hutchison’a ait köşede ise, trajik olaylar sonucunda bedenlerinin bir bölümlerini vahşice olaylar sonucunda kaybetmiş insanlar için üretilen kot pantolon örnekleri serginin en anlam yüklü çalışmalarıydı. Kişilerin parçalanması, başka bir deyimle toplumun parçalanmasını ifade eden bu dramatik çalışmalar ben de psikolojik anlamda yoğun bir etki bıraktı. Filistin’deki tek indigo madeni olan fabrikanın İsrail tüketim piyasası için Jean üretiyor olması, iki devlet arasındaki ilişki gerçekliği içinde trajik bir duruma işaret ediyor.

Basel Abbas ve Ruanne Abou-Rahme’nin “ Arzunun Kayıp Nesneleri” adlı otorite ve özgürlük gibi iki zıt kavramın insanlar üzerindeki etkilerinin yer aldığı video çalışması, Filistin direniş hareketinin devrimci bir yapıdan, denetleyici bir otoriteye dönüşünü ele alan düşündürücü bir çalışmaydı.

Yıllarca mülteci kampında yaşamış ve baskıcı rejimler altında yaşayan sanatçı Jawad al Malhi’nin yağlıboya tabloları, toplumlarda insanların dayanışma ve beraberlik sonucunda tek bedende toplanıp örgütlenmesini anlatan eserler “politik beden” kavramına işaret ediyordu.

Mana’da devam etmekte olan sergi, dünya düzeni içinde devlet-insan ilişkileri açısından dikkate değer bir hatırlatma.
Önümüzdeki günlerde yine özellikle toplumsal niteliği ile çok önemsenmesi gerektiğini düşündüğüm Depo İstanbul’da açılacak olan “Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür” adlı sergiyi ziyaret etmenizi öneririm.
Toplumsal geçmişimizde, hem yaşadığımız coğrafya üzerinde hem de tüm dünyada yaşanan ayrımcılık, hak ihlalleri, soykırım gibi çeşitli insanlık suçlarından yola çıkan serginin bu anlamda herkesi bir kez daha düşünmeye iteceğine inanıyorum. Sergi, yaşanmış örnek vakalar, yaşanan süreçler, süreçlerin etkileri, devlet ve toplumların yüzleşmelerini bir kez daha neden-sonuçları ile ele alarak dilenen özrün sonuçları ve anlamı üzerine düşünmeye çalışıyor.

“Geçmişle yüzleşme, Türkiye’nin ‘başına açılmış bir belâ’ değil dünyanın gündemindeki bir mesele, evrensel bir dava. Bu nedenle uluslararası örneklere bakarak karşılaştırma yapmak; Türkiye’deki unutma kültürünü dönüştürmek ve adalet duygusunu onarıcı bir hatırlama kültürünün uygarlık sürecinin bir parçası olduğunu kabul etmek açısından önemli. Bu yönüyle geçmişle yüzleşme ve özür, nasıl bir toplumda yaşamak istediğimiz ve nasıl bir ortak gelecek kurmak istediğimizle de ilgili.”

Sergiyi tamamlar nitelikteki katalog sergi süresince Depo İstanbul’dan temin edilebilirken, bir de sergi ile aynı adlı kitap iletişim yayınlarından çıkmış.
25 Ekim – 15 Aralık 2013 tarihleri arasında devam edecek olan toplumsal geçmişimiz ve öz eleştirimiz için önemli olan bu sergiyi kaçırmayın derim.


print