İstanbul’da Sonbaharı Sanatla Yaşamak

İki yılda bir düzenlenen İstanbul Bienali geçen hafta açıldı. Bienalin amacı İstanbul’u görsel sanatlar alanında dünyada bir çekim merkezi haline getirmek. Bu yıl sanatseverler Antrepo no:3 , Galata Özel Rum İlköğretim okulu, Arter, Salt Beyoğlu ve 5533 İMÇ Blok olmak üzere 5 ayrı noktada yerli ve yabancı sanatçıların eserlerini görme şansına sahip olacaklar.

Geçtiğimiz yıllarda, New York’ta tanıştığım Pakistanlı sanatçı Shahzia Sikander’in çalışmasını İstanbul’da ( Antrepo No: 3)görmek beni çok mutlu etti. Sikander’in “Paralaks” adlı video eseri kültürel ve görsel tarihlerin nasıl birbirlerine dolaştığına dair bize ipucu veriyor. Farklı kuşaklardan Türkçe yazan şairlerin şiirlerini farklı seslere okutarak kaydettiği 3 kanallı anime videoyu çok beğendim.

Bienaldeki politik işlerden birisi olan ve iki önemli İspanyol sanatçının ortak çalışması “Los Encargados (2012)” başlıklı çalışma dikkat çekiciydi. Santiago Sierra & Jorge Galindo’nun Antrepo no:3 ‘de yer alan politik içerikli videosunda, İspanya’nın bugünkü ekonomik çöküşüne göndermede bulunuluyor. İspanya’nın Franco sonrası dönemi başbakanlarının olduğu siyah-beyaz film Sovyet marşı “Varsoviana Soviética” ile farklı bir boyut kazanmış.

Çok etkilendiğim bu çalışmanın ardından karşıma Wouter Osterholt& Elke Uitentuis ‘nun “ İnsanlık Anıtı-Yardım Eden Eller” başlıklı çalışması çıkıyor. 2011’de gerçekleştirilen bir kamusal müdahalenin belgelenmesi anlatılan çalışmada, sokaktaki insanlardan alınan el kalıpları ile yapılan yerleştirme kolektif bir çalışmanın ürünü.

Türk sanatçılarında yer aldığı Bienal’de çağdaş Türk sanatının önemli temsilcilerinden İpek Duben’in (antrepo no:3 ) “Manuscript” adlı eseri, feminist bir bakış açısıyla kadının var olduğu yeri ve kendini araştırması çerçevesinde yapılan bir otoportre çalışma.

Bienal’in diğer mekanlarından birisi olan Galata Rum İlköğretim Okulu dünyanın farklı yerlerinden gelen sanatçıların işlerine yer vermiş. Dikkatimi çeken Çinli sanatçı Wang Qingsong’un mekanda 3 farklı fotoğraf çalışması yer alıyor. Çin toplumunun ekonomik patlama döneminde oluşan tüketici kültürüne vurgular yapan eserlere dikkatle bakıldığında günümüzün büyük markalarına ait logoları ( Christian Dior, Coco Cola gibi) görebiliyoruz. Sanatçı çalışmalarında, Amerikan kültürünün Çin kültürü üzerindeki etkilerini ironik bir şekilde ele almış.

İstiklal Caddesi üzerinde yer alan Arter’e geldiğimde farklı eserler ile karşılaşıyorum. Giriş katında yer alan Meksikalı sanatçı Héctor Zamora, video çalışmasını baretler ve inşaat eldivenlerinin olduğu enstalasyon ile desteklemiş. İnsanların bir inşaat yapımı sırasında oluşan bedensel diziliminin mahremiyetine ve fizikselliğine vurgu yapan çalışma Zamora’nın yarattığı geçici bir senaryo. Sanatçı bu senaryoda kent mekânlarının toplumsal ve fiziksel yapılarına müdahale ediyor.
Kuşkusuz Türkiye’nin coğrafi konumu İstanbul Bienali’nin önemini daha da arttırırken, şehre de bir dinamizm getiriyor. Yerli ve yabancı galericilerin, sanatçıların, küratörlerin, koleksiyonerlerin ve eleştirmenlerin İstanbul’a akın etmesi ekonomik anlamda da katkı sağladı. Bienal; politika, kent-kentlilik, siyaset, vatandaş, vatandaş hakları ve Vandalizm temalarının yoğunlukta olduğu çalışmaları ile başarılıydı. Kanımca sanat ile politikanın birlikteliği başka bir ifade ile sanatın politikleşmesi kaçınılmaz.

Bienal süresince devam eden paralel etkinliklerden biri de Ekavart Galeri’de açılan Küratörlüğünü Eda Aksoy’un yaptığı sanatçı Pınar Yoldaş’ın” Bir Başka Evrim” başlıklı sergisi. Sergide, Bilim ve sanatın birlikteliğinden yola çıkarak biyoloji, ekoloji, anatomi ve nörobilimden beslenen eserler karşımıza çıkıyor. Galeri salonuna girdiğimde kendimi farklı bir zaman ve mekanda hissediyorum. Öyle ki zamanın ötesinde var olan bir laboratuvardayım sanki. Dolaşırken cam fanuslardaki fetuslar dikkatimi çekiyor. Bu fetuslar nereden geldiğimizi, kim olduğumuz ve evrendeki yerimiz hakkındaki soruları akla getirirken, Pınar bu noktada sanatı kullanarak merak edilen soruların cevaplarını bilimsel yoldan bulmaya çalışıyor. İçinde su bulunan cam fanuslarda hem dişi hem erkek organizmalar ve fetuslar sanki farklı bedenlerde hayat bulmak için bekliyorlar. Canlı tutulmaya çalışılan bu organizmaların her birinin ötekinden farklı biçimsel ve yapısal karakterleri var. Sanatçı ile kısa sohbetimde onun nöro bilim alanında doktora yaptığını öğreniyorum. Buradan yola çıkarak serginin genelinde hücresel gelişmelere, vücudu oluşturan maddelerin sentezlenmesine ve canlıların birbirleri ve çevresiyle olan ilişkisine dayalı çalışmalar olduğunu fark ediyorum.

Sergiyi başarılı buldum. Çünkü; Bilimin sunduğu bilgi ve sanatın içinde var olan duygu kavramını sanatçı başarılı bir şekilde harmanlayarak bizlere sunuyor.

Einstein’ın dediği gibi ; “sanat ve bilimin kaynağı insanın bilinmeyeni tecrübe etmesidir”


print