Kaçırılmaması Gereken Bir Sergi: David Hockney

Bugünlerde yolunuz Londra’ya düşerse Royal Sanat Akademisi’nde açılan David Hockney sergisini kaçırmayın derim…

Bugünlerde yolunuz Londra’ya düşerse Royal Sanat Akademisi’nde açılan David Hockney sergisini kaçırmayın derim. Çok ilgi gören serginin salonuna, bir saat kuyrukta bekledikten sonra bilet almanın mutluluğu ile girebildim. İçeride gördüğüm kalabalığı tarif etmek imkânsızdı, turist sayısı oldukça fazlaydı. Dünyanın değişik yerlerinden gelen bu insanlar Hockney sergisini görmek için uzun saaatler kuyrukta beklemişlerdi. Kalabalığı izlerken sanatın insanlar arasında tek ortak dil olduğunu bir kez daha anladım.
İngiliz modern sanatın en önemli ustalarından olan Hockney, 50 senelik uzun bir araştırmanın sonunda, İngiltere’nin Yorkshare bölgesinden seçilmiş peyzajları konu alan muhteşem tablolara imza atmış. 1937 doğumlu sanatçı, aynı noktaları seneler boyu 4 mevsim resmederek, izlediği değişimleri ortaya koymuş.

Sergi salonuna girdiğim an büyük ebatta yağlıboya resimler gözüme çarpıyor. Bu tablolar akademinin galeri salonları için özel olarak yapılmış. Bu yüzden izleyici, bir anda kendini tabloların içinde, ağaçların arasında yürüyormuş gibi hissediyor. Dışarıda kış soğuğu olmasına rağmen akademinin içi Hockney’in tablolarındaki renklerden dolayı yaz havasını andırıyor.
Sergide fotokolajlar, karakalem çizimler, suluboya resimler, baskı ve filmler yer alıyor. Sanatçının İpad çizimleri ve yeni filmleri muhteşem. 75 yaşında bir insanın teknolojiyi bu kadar muhteşem kullanabilmesi inanılmaz. Hockney’in bir röportajında söylediği gibi: iPad çok hızlı resim yapabiliyor; böylelikle Hockney için, özellikle renkleri kullandığı uygulama bir fırçaya dönüşebiliyor, hatta fırçadan daha hızlı bir araç oluveriyor.

Sergide en çok dikkatimi çeken “The sermon on the mount ” adlı tabloydu. Hockney, Claude-Lorrain’in 1656 tarihli bu tablosunu günümüze uyarlamış. Işık ve renkle birlikte, biçim ve çizgiyi de ustaca kullanan Hockney, tablonun orijinal ebatlarını 3-4 misli büyüterek tabloyu anıtsal bir hale getirmiş. Tabloda, Mount Tabor bölgesinin ormanlık zirvesinde Mesih İsa kalabalığa vaaz verirken gösterilmekte. Etrafı On İki Havariler ile çevrili Mesih, Havarilere ve kalabalığa hitap etmektedir; Hıristiyan etik ilkelerini ve “Rabb’in Duası”nı dile getirdiği söylemi resmedilir. Lorrain’in, olaylar örgüsünü kronolojik ve detaycı bir üslupla tasvir ettiği tablosuna nazaran Hockney, eseri soyutlama yoluna giderek günümüze uyarlamış. Eserdeki dinamik canlı renkler topluluğu bana modern dönemin akımlarını hatırlattı: Sanatın en neşeli dönemi olan fovizm’i ve tabii Matisse’in son dönem işlerindeki canlı renklerini, Van Gogh’un peyzajlarındaki hayata ait enerjiyi ya da zıt renklerin yan yana gelerek resmin basitleştiği puantilist Seurat’nın resimlerini…
Dikkatimi çeken diğer bir çalışma da sanatçının fotografik kolajları oldu. Bu kolajlar klasik fotoğraflardan daha canlı duruyorlardı. Kübik kolaj tekniği ile yapılmış bu fotoğraflar, bildiğimiz geleneksel fotoğraf kalıplarını zorlamış ve yeni bir anlatım biçimi ortaya koymuş. Özellikle “Pearl Blossom Highway” kolajına hayran kaldım. Kaliforniya’da yaşadığı dönemlerde yapılmış bir kolaj bu. Bu çalışmada birden fazla fotografik görünüm bir arada sunulmuş. Bence Hockney’in fotokolajlarının çok önemli olmasının sebebi sanatçının zaman, mekân, hareket ve duyguyu tek bir kare fotoğrafta değil de geniş bir perspektifte sunması…

Sergiyi dolaşırken bu büyüklükteki bir serginin retrospektif olup olamayacağını düşündüm ve tabii ki sergiyi her zaman yaptığım gibi kitap, kartpostal ve baskı alarak sonlandırdım. Royal Akademi; Antony Gormley, Anish Kapoor ve Gilbert & George’dan sonra yine çok özel bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 9 Nisan’a kadar devam edecek olan sergi için detaylı bilgiyi  www.royalacademy.org.uk’den bulabilirsiniz.


print