Mart Ayı İstanbul Sergilerinden Seçki

Mart ayı İstanbul’da birçok sergi etkinlikleriyle başladı. Son dönemlerde, yoğun sergi programlarında açılışlara paralel olarak düzenlenen sanatçı konuşmaları ve panelleri de sanat piyasasının yenilikleri arasında yer alıyor. Bu yan etkinliklerin, beraberinde getirdiği dinamizmle birlikte izleyicilere farkındalık yaratarak farklı görüşler, farklı bakış açıları sunmak adına çok faydalı olduğunu düşünüyorum.

Sevgili Sanatseverler, haftaiçinde gördüğüm bazı sergileri sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk durağım Beyoğlu… İğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olan İstiklal Caddesi üzerindeki tarihi Mısır Apartmanı’na vardığımda soluğu Galeri Nev’de alıyorum. Sanatçı Meltem Işık’ın “Aynı Nehirde Bir Daha” başlıklı sergisini geziyorum. İlk kişisel sergisinde Işık, kişinin bedeni ile ilişkisini irdeliyor. Serginin ana teması, insanın kendine öz bakışı ve dış bakışla nasıl bir insan olduğunu anlayabilmesi üzerine; başka bir deyişle kendini algılama ve başkasının kişiyi nasıl algıladığı ile ilgili araştırmalar-tespitler üzerine yoğunlaşılmış. Sanatçı, model olarak tanıdığı insanları kullanmış, dolayısı ile ortaya çok doğal fotoğraflar çıkmış. Dijital kamera ile çekilen fotoğraflar bildiğimiz klasik fotoğraf tekniği ile oluşturulmamışlar. Bu sergiyi beğenmemin sebebi de bu, her fotoğrafın kendine ait bir özgünlüğü olması ve sanatçının fotoğraf tekniğindeki yaratıcılığı. Meltem Işık’ın parça ve bütün ilişkisini çok başarılı yorumladığı sergisinin buna bağlı olarak kurgusu da çok etkileyici. Her parça bir bütüne, her bütün de bir genele aitmiş gibi geldi bana. New York’ta yaşayan sanatçının sergisi 31 Mart’a kadar Galeri Nev’de izlenebilir.

Aynı binada gezdiğim ikinci bir sergi ise CDA Projects’te Elif Varol Ergen’in sergisi. İllüstrasyon sergisi olan Elif’in bu ilk kişisel sergisinin başlığı “Incognito”. Salona adımımı attığım an duvarlardaki kırmızı işler gözüme çarpıyor. İlk bakışta renkler izleyiciye neşeli bir sergiye gelmiş izlenimi verse de resimlere yakından baktığınızda yanıldığınızı anlıyorsunuz. Basın bültenini ve sanatçı hakkındaki bilgileri okuduktan sonra, sanatçının kırmızı rengi kullanmasının sebebinin şiddeti vurgulamak, vahşetin boyutunu göstermek için agresyonu arttırmak olduğunu fark ediyorsunuz. Serginin ana teması; çocuklara yönelik şiddet ve çocuk istismarı; dolayısı ile konu pek de iç açıcı değil. Serginin, son günlerde gündemde olan bu konunun farkındalık oluşturması adına destekleyici olacağına inanıyorum. Anne ve babası tarafından şiddete ve cinsel istismara maruz kalan çocuklar ileriki yaşlarda ruh halleri bozuk bireyler olarak toplumda yerlerini alıyorlar. Kimileri potansiyel suçlu konumunda, kimileri kimliklerini gizleyerek yaşamak zorunda kalan bireyler bu insanlar. Sanırım serginin başlığının çıkış noktası tam da burada oluşuyor. Latince incognitus’tan gelen incoginito bu istismara maruz kalan çocuklara bir gönderme olarak seçilmiş. İncoginito Türkçe’de “gizlenen kimlik” olarak tanımlanabilir. Elif’in işlerine baktığımızda grotesk tiplemeler, canavar suratlar, deforme edilmiş korkunç beden figürlerini görebiliyoruz. Bence sanatçı, şiddetin bu küçük bedenler üzerinde bıraktığı ruh halini en etkili biçimde bu deforme tiplemeler ile ifade etmiş. Aynı zamanda grafik alt yapısı olan sanatçının serigrafileri de etkileyiciydi. Bu sergiyi, çağımızın ayıbı olarak nitelendirdiğim “çocuğa karşı şiddet ve istismar”ı ele alması ve insanlar arasında farkındalık yaratma çabası açısından beğendim.

Tarihi binanın merdivenlerinden inerken bu apartmanın bugüne kadar birçok ünlüye ev sahipliği yaptığını hatırladım. Aklıma ilk gelen isim Mehmet Akif Ersoy oldu. İstiklal Caddesi’ne çıktığımda yağmur etkisini arttırmıştı. Hızlı adımlarla Arter’in yolunu tuttum. Ne yazık ki Arter o gün kapalıydı. 16 Mart’ta Emre Baykal küratörlüğünde açılacak olan Lübnanlı video ve enstalasyon sanatçısı Mona Hatoum’un sergisi için hazırlıklar başlamıştı. Bu da dört gözle beklediğim sergilerden birisi.

Beyoğlu turumu Borusan Kültür’de Necmi Sönmez küratörlüğündeki bir karma sergi ile noktalıyorum. Listemde bulunan bir sonraki isim, Tophane’de açılan ve açıldığı günden beri takip ettiğim, çizgisini ve bünyesindeki sanatçıları beğendiğim Galeri Mana. O gün galerinin direktörü, yakından da tanıdığım Arzu Komili ile bir randevum var. Verdiğim randevulara geç kalmayı sevmeyen biri olarak toplantıya 20 dakika erken gidiyorum. Bu durumu fırsat bilerek henüz açılmamış olan Murat Akagündüz’ün “Cennet-Cehennem” adlı sergisini sakin bir şekilde gezmeye imkân buluyorum. Sergide yer alan “yurt-Anadolu” serisi resimleri, sanatçının Anadolu seyahatleri sırasında gerçekleştirdiği çizim ve fotoğraflardan üretilmiş manzara resimleri… Akagündüz, bugüne kadar batılılaşma döneminde “naif” bir şekilde ele alınan peyzaj türünü yeniden yorumlayarak tuval üzerine reçina kullandığı tablolarında, bu coğrafyanın toplumsal ve kültürel gerçeklerine ve erozyana uğramakta olan toplumsal belleğe dair yeni bir anlatı kurguluyor. Sanatçının çalışmalarında eski medeniyetlerden günümüze kalan bazı yapıları görebiliyoruz. Örneğin Turabdin I ve Turabdin II olarak adlandırdığı pagan kalıntıları ya da Bizans dönemine ait Ani kalıntıları gibi. Hafriyat grubundan da tanıdığım Akagündüz bir dönem, şehirlerin ikonik yer ve figürlerini kullanarak Türkiye’nin modernize tarih sürecini sorgulamıştı. Doğal ve kültürel mirasa önem veren sanatçının sergiye adını veren ve Anadolu bölgesinde yaşayan 19 farklı göçmen kuşun gözlerinin yer aldığı video çalışması da çok ilginçti.
Arzu ile gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbetin ardından soluğu Karaköy’deki Maya Restoran’da aldım. Çok farklı tatlardaki leziz yemekleri ile tanınan bu mekân yeni keşiflerim arasında. Yolunuz Karaköy’e düşerse muhakkak bu mekâna uğrayın derim. Ve listemdeki son sergi, bilgisine çok inandığım ve vizyonunu önemsediğim Beral Madra’nın küratörlüğünde yeni açılan Kuad Galeri’deki sergiydi. Gerçi bu sergi tek başına kaleme alınması gereken bir sergi; ancak izlenimlerimi kısaca paylaşmadan geçmek istemedim.

“Kesintisiz Avangard” sergisi 1920-1986 yılları arasında eski Yugoslavya’da üretilmiş “Avangart Sanatı” sunuyor. Yugoslavya olarak bildiğimiz bölgede farklı din ve kültürden bir arada yaşayan insanların zamanla yaşadıkları etnik savaşlar, avangart sanatının neden ortaya çıktığını açıklamaya yetiyor. Bu konsept sergi Hırvat işadamı-koleksiyoner Marinko Sudac’ın koleksiyonundan küçük bir kesiti sanatsevere sunuyor. Serginin kurgusu daha çok metinsel, fotografik ve sergi yayıncılığı üzerine… Sergi dört kapsamlı bölüme ayrılmış. O dönemde baskıcı rejimler altında yaşayan ve şiddet gördükleri için ruhlarında yoğun duyguları barındıran sanatçılar, nasıl oluyordu da o kaotik dönemde yenilikçi sanat üretebiliyorlardı? Görülen o ki bu karmaşa toplumunda sosyal yapıyı, sanatın birleştirici gücü oluşturmuştu.
Sabah erken saatlerde başlayan sergi turumu akşama doğru sonlandırdım. Sanat dolu keyifli bir günün ardından İstanbul trafiğinde eve dönmek yorucuydu; ancak buna değmişti. Herkese bol sanatlı günler dileğiyle…


print