SOYTARILAR VE MELEKLER

Çağdaş sanata getirdiği açılımlarla ulusal ve uluslararası alanda önemli bir yere sahip multidisipliner sanatçı İpek Duben’e, Pi Artworks İstanbul’da açtığı “Soytarılar ve Melekler” (Angels and Clowns) sergisi vesilesiyle sorular yönettim. Kadın, kimlik, cinsiyet, göç ve hafıza gibi konularla yoğunlaşan pratiğinde bu kez; hakikat-sonrası çağa damgasını vuran aşırılıklar, paradokslar, ilahi mitler ve fantezilerin gerçekle karşılaşmasından yola çıkıyor. Dünyanın gittikçe çözülemez bir hal alan gerçeklik-sonrası ve inanç-sonrası olguları karşısında gerçeği inkar etmemeye dair bir öneri etrafında konumlandırdığı yeni üretimlerini Duben’in yanıtlarından dinleyelim.

Sergide yer alan yeni üretimlerinizde özgün pratiğiniz üzerine desen, kolaj ve müdahale yöntemlerini yoğunlaştırdığınızı görüyoruz. Biçimsel olarak çok farklı estetik ifadelere sahip olan melek figürleri, soytarılar, kadın bedeni, belgesel göçler ve savaş fotoğrafları, kartpostallar, dergi ve reklam görselleri gibi materyallerin aslında buluştuğu ortak bir kavramsal zemin var. Bu zemini nasıl tanımlarsınız?

Zemini oluşturan içinde yaşadığımız durum tabi. İleri kapitalizm ve bilgi çağı teknolojilerinin sağladığı kullanışlı olanaklar aynı zamanda insanlarda tutkular yarattı; para tutkusu, seks tutkusu, lüks, moda, gösteriş tutkusu, oyun tutkusu gibi. Her an değişebilen arzular ve ihtiraslar sahte benlikler, sahte kurumlar ve sahte ideolojilere yol açtı, gerçeklerle yüzleşememe durumu yarattı. Sosyal medya ve reklam dünyası bu durumun hızla yayılmasını sağladı. Sonuç olarak insanlarda yalnızlık duygusu, gerçek iletişimsizlik, duyarsızlık ve tatminsizlik arttı.  Görece olarak fakir ve bilgi düzeyi düşük toplumlar ve bireyler büyük eşitsizliklerle boğuşur oldular. Dünyada gerçekle hakikatin yalan ve sahte ile eşleştirildiği bir durum var. Bu giderek  ‘yeni normal’ olma kabiliyeti gösteriyor.

Sergiye adını veren videonuzda bahsettiğiniz gibi; hümanizmin çöküşü, yıkım, sürgünler, savaş, mülteci krizi, salgın hastalıklar doğal afetler, ekonomik krizler ve açlık, toplumsal ve ideolojik çatışmalar resmen çağa damga vurmuş durumda. Sergiye hakim olan karamsar ve melankolik yapıyı, görsel zenginlikle aynı tabana oturttuğunuz fark ediliyor. Bu zıtlığın trajikomik olana dikkat çeken hicivli bir bakış açısı olarak şekillendiğini söyleyebilir miyiz?

‘Trajikomik’ doğru bir gözlem. Aslında doğal felaketleri, insani acıları ve insani değerlerin çöküşünü bir bütün olarak görüyorum. Birbiri ardına gelen doğal felaketleri yaratan insanlar, önlem alan ve alamayanlar da insanlar, açlık, terör, savaşları yaratan da insanlar, çareyi hayal ve fantezi dünyasında arayan, fanatik ideolojieri, inançları kurgulayan da, peşinde giden de insanlar, kimliğini, görüntüsünü beğenmeyip sahtesinden gurur duyanlar da insanlar, namuslu veya namussuz yollardan zengin olan, parayla ne yapacağını bilmeyen ama konuştuğumuz insani acıları görmezden gelenler ve yardım elini uzatanlar da insanlar. Yani kimseyi suçlayamayacağımız bir insaniyet manzarası aslında trajikomik. Bu açıdan sergide melankoli değil paradokslardan kaynaklanan bir ironi ve gülümseme var. Ne dersiniz?

Burada palyaçonun da ironik bir şekilde sembolize ettiği gibi gülümsemenin arkasındaki sahtelik, eğlencenin arkasına gizlenmiş karamsarlık gibi hisler, bilinçaltımıza derinlemesine işliyor. Kendi üzerinizden canlandırdığınız palyaço imgesini bu farkındalığa dikkat çekmek olarak yorumlayabilir miyiz?

Evet öyle ama yine karamsarlık tanımına katılmıyorum. Palyaço alay ve şaka yoluyla gerçeklere işaret ediyor ama gerçekler illa karamsar olacak veya hep karamsar kalacak anlamına gelmiyor. Sadece neyin ne olduğunu düşünmemiz, farkında olmamız için işaret ediyor.

Çalışmalarınızda göndermelerin yeri oldukça büyük. Orhan Veli’nin şiirinden Frank Sinatra’ya uzanan bir ölçekte atıflar yapıyorsunuz. Bu okumaya ek olarak; klasik estetiği yansıtan antik görünümlü çerçeveler ile ters asılmış bir haç imgesini, küresel düzeyde ters yüz olmuş din kavramına/geleneksel değerlere bir referans şeklinde görebilir miyiz? Tüm bu referansların ortaklığını nasıl tanımlarsınız?

Orhan Veli, Nazım Hikmet, Münir Nurettin Selçuk benim için eski İstanbul kültürünün, yaşantısının nostaljisi. Onların sözlerini bugün yaşadığımız İstanbul manzaralarının içinde anıyorum. Frank Sinatra’nın meşhur New York şarkısı modern metrapolün ve burada özellikle New York’u herkes için New York yapan hayallerin şarkısı. Her iki duruma da palyaçonun gözünden bakıyorum. Ama palyaçolar İstanbul camilerine göz atmıyor. Camilerde trajik sözler ve melekler dolanıyor.


print