Neredeyse vefat ettiği güne dek resim yapmaya devam etmiş, 20. yüzyılın en büyük ressamlarından biri olan Lucian Freud, Kraliçe Elizabet’ten Kate Moss’a dev isimlerin portrelerini yapmış ve kariyeri boyunca kalın fırça darbeleriyle boyadığı nüleri ile hem insan bedenine hem de tuval resmine yeni bir boyut, yeni bir anlam kazandırmıştır. Gerçekçi durmalarına rağmen taşıdığı plastik değer ile gerçekçi olmayışlarını kanıtlayan ve resimlerinde adeta yeni bir hayatı başlatmış olan usta sanatçının geçtiğimiz günlerde Londra’da görme şansını elde ettiğim sergisi bana büyük bir sürpriz oldu. 9 – 15 Ekim tarihleri arasında Phillips Müzayede evinde gerçekleşen sergide, usta sanatçının 32 adet desen ve gravür çalışmasına yer veriliyordu. Oldukça yüksek fiyatlara sahip bu özel eserler müzayede evinin en üst katında yeni alıcılarını bekliyorlardı.
Realist sanatçı Freud sanat hayatı boyunca genelde otobiyografik portrelerde insanların iç dünyalarını yansıtarak onların zayıf noktalarını; başka bir deyişle onların karakterlerinin nazik yönlerini büyük bir ustalıkla tablolarına aktarmıştır. Desen ve gravürlerin bulunduğu bu sergiyi gezerken eserlerdeki bu kişilerin gözleri ile sizi takip ettiğini hissetmeniz olası.
Sanatçı bir röportajında şöyle der: “Tablolarımda daima dramı resmetmek istemişimdir. Onun içindir ki insanların portrelerini yapmak en büyük zevkim. Çünkü; en basit insan jesti ya da mimiği o insanın en basit hayat hikayesini anlatır bana.”
Bence Freud’un portrelerinin başarılı olmasının iki temel sebebi var: İlki, model olarak kullandığı insanlar ile birebir ilişkide olması. Arkadaşlarının, sevgililerinin ve aristokrat insanların onunla; duygusal, psikolojik hatta erotik bir ilişki içinde olmaları, sanatçının portrelerinin gerçekçi ve dramatik olmasının ana kaynağı. İkinci sebep; klasik portrelerde doğal olmayan bir ortamda poz veren bir model, sanatçı ile daima göz temasında olur ki sanatçı modelden aldığı hissi resme yansıtabilsin. Fakat Freud’un portelerinde model ile sanatçı çok nadir göz temasında bulunur. Böylelikle sanatçıdan farklı noktalara bakan model, Freud portrelerinin daha gerçekçi ve doğal olmasını sağlar.
“Bir resim asla sadece gerçek hayatı anımsattığı için değil; ancak hayatı yansıtma amacıyla kendi içinde bir hayat yarattığı takdirde etkileyici olabilir.” Bu sözleriyle sanatını tanımlayan Freud neredeyse asırlık hayatı boyunca birbirinden değerli eserler bıraktı ardında. Bu nadide ve her biri hala yaşayan desenler arasında dolaşırken oldukça yoğun ve duygu yüklü hislere kapılmamak elde değildi. Sanatçının büyük boyutlu tuvallerine hazırlanırken karaladığı desen ve gravürler onun işin arka mutfağındaki zenginliğini anlamak konusunda da oldukça yol göstericiydi. Freud’un en meşhur modellerinden biri olan Sue Tilley’i resmettiği “Benefits Supervisor Sleeping” isimli eseri geçtiğimiz yıllarda sanatçıya satış rekoru kırdırmıştı. Modelleri ile her zaman özel bir bağ kurarak çalışmayı tercih eden Freud, onların fiziksel özelliklerinin dışında iç dünyaları da resmetmeyi hedeflemiş ve bunu başarıyla gerçekleştirebilmiş büyük bir sanatçı. Bu sergide ona yıllar boyu modellik yapmış olan Sue Tilley’i uyurken resmettiği birkaç çalışmayı görmek mümkün. Tilley dışında Leigh Bowery, David Dawson ve sanatçının kızı olan Bella Freud’un portreleri de diğer önemli eserler arasına yer alıyor.
Gerçekçi resimlerinde genelde insan figürünü ele alan Freud’un nadir de olsa hayvan, obje veya mekan gibi farklı konseptlerde çalıştığı eserlerinden birkaç örneğe de yer verilmişti bu sergide. Phillips Müzayede evi tarafından en gözde parça olarak sunulan eser ise 1985 tarihli “Naked Man on a Sofa” isimli çalışmaydı. Daha detaylı ve karmaşık bir işçilikle üretilmiş bu gravür tam 122.500 Pound’a Phillips Müzayede evinde yeni alıcısını buldu.
Sergi kataloğundaki giriş yazısını ise yıllarca kendisine modellik yapmış olan Sue Tilley’in yazmış olması, bana sanatçının modelleri ile arasındaki bağı göstermekle kalmayıp eserlerine daha da anlamlı, samimi ve gerçekçi bir gözle bakmamı sağladı.