BİR ADANMIŞLIK HİKÂYESİ – HÜSAMETTİN KOÇAN RÖPORTAJI

Bir sanatçı olarak kişisel girişiminizle çok önemli bir misyon yüklendiniz. Büyük bir adanmışlık ve emekle hayat verdiğiniz Baksı Müzesi’nin kuruluş hikâyesinden bahseder misiniz?

Anadolu insanının hep çok şanslı olduğunu düşünmüşümdür. Doğduğu gün kültürel çeşitlilik ortamı zaten onu başında bekliyor olur. Sonra alıp başını uzağa gidebilme ve farklı kültür ortamlarıyla kendi birikimleri arasında bağ kurarak dünyasını zenginleştirebilme imkanına sahip olmuştur. Bu imkan her ne kadar yalnızca iç açıcı öyküler barındırmasa da insanın arayışına katılma şansının bir ifadesi olarak karşımıza çıkar ve her birey masal kahramanları gibi bilinmez bir yolculuğun aynı zamanda yolcusudur da. O nedenle Anadolu’daki oluşumlar hiçbir zaman tek nedene bağlı olarak açıklanma imkanı sunmaz. Baksı Müzesi de böyle birçok kanallı farklı boyutları ve etkileri içinde barındıran bir yolculuk projesidir. Aynı zamanda bu proje bir sanatçının kendi tarihine geri dönüp kendini yeniden keşfetme yolculuğudur diyebiliriz. Ama asıl öne çıkan yaşamsal verilerden söz edecek olursam, bu aşamada bir baba-oğul ilişkisinden de bahsetmem gerekiyor. 1987’de  babam sonsuzluk yolculuğuna çıkmadan iki ay önce, bir bakıma vedalaşmak üzere evimizi ziyaret ettiğinde sadece benim sezgilerime alan açan ve beni her yeni adımımda destekleyen biri olmanın dışında, kendi doğduğu topraklara hasret yaşamış birisiyle tanıştırdı. İki ay sonra bizi terkettiği haberini alınca, babamı kendi doğduğu toprağa götürüp onun yolculuğunun bir buluşmaya dönüşmesine karar verdim ve babamı götürdüğümde köyümüzdeki konakların –ki bunlar kültür merkezleriydi- sona erdiğini ve herkesin birer küçük televizyon alarak dizileri izleme tutkusuyla karşılaştım. Bu oradaki kültürel süreklilik için bir yıkım anlamı taşıyordu. Benim de babama, hayatıma kattıkları için teşekkür etmem gerekiyordu. Günün koşullarını da içinde barındıran bir konak inşa ederek babama teşekkür etmeyi düşündüm ve Baksı Müzesi’nin hikayesi böylece yaşama adım attı. Tabii ki buna kültürel yabancılaşma, sanatın salt merkezlerde sıkışmışlığı ve giderek bu merkezlerin dışına yeteri önemin verilmediği düşüncesinin büyük bir kültür sorunu olduğuna ilişkin görüşlerimi de ilave edersek Baksı’daki konağın, konak sınırları içerisinde kalmayacağı daha o zaman belirlenmişti. Nitekim aradan epeyce zaman geçti. 2000 yılında yeni bir yüzyıla, geçmiş yüzyılın hikayesini de taşıyan Baksı Müzesi projesinin temellerini kazmaya başladık. Bu arada Baksı projesi bir sivil toplum hareketi olarak sanatçıların, gönüllülerin, gurbetçilerin, çocukların, kadınların ve yerel halkın desteğiyle bugünkü yapısına ulaştı.

Kendi imkânlarınızla ve değerli bağışçılar sayesinde bugünlere ulaşan müzeyi gelecekte ne yönde geliştirmek istersiniz?

Baksı 2000’de temeli atılmış ve geleceğe yönelik netleşmiş planları olmayan bir projeden ibaretken, bu projeye sanatçılar yapıtlarıyla katkı üretti. Gönüllülerin destekleri oldu ve bağışçılar bu müzenin ihtiyacı olan ekonomik, entelektüel ve moral katkıyı sağladılar. Bu belki de dünyamızda bir kültür kurumu olarak bizim yaşadığımız en ayrıcalıklı oluşumlardan birini bize armağan etti. Başka bir deyişle Baksı Müzesi bir kuruma ve bir kişiye ait olmak istemeyen ve isteyen herkesin benim diyebileceği bir çerçeveyi kendisine yakıştırdı ve o çerçeve de bugüne ulaştı. O çerçeve içinde bugün sahip olduğumuz çok geniş çağdaş sanat koleksiyonunun tümünün sanatçı bağışlarından oluştuğunu ve her geçen gün bu bağışların giderek artmakta olduğunu vurgulayarak, izleyiciler için bir algı alanı yaratmak istedim.  Entelektüel katkı ise danışma kurullarımız, Baksı Platform gibi yapılarla sürekli tartışmaya açık ve katkıya açık bir anlayıştan güç aldı ve alıyor.  Bağışçılarımız yani hamilerimiz ise gereksinim duyduğumuz maddi ve hizmet katkılarını hep sürdürdüler. Bütün bu katkılar Baksı’nın sivil bir proje olarak var olmasını sağladı. Bundan sonraki aşamalarda da Baksı Müzesi’ni, Baksı Kültür Sanat Vakfı aracılığıyla sivil bir sürdürülebilirlik kaynağı olarak görmek istediğimi söyleyebilirim. Bunun beslenebileceği alan ise vicdan, adanmışlık, yeniye olan tutku ve insan oğlunun uçsuz bucaksız serüvenini anlamlı bulan kişilerin bir araya gelerek inşa edecekleri yeni bir mimari ile kendi yönünü sonsuzluğa doğru çevirmesi mümkün olacaktır diye düşünüyorum. Bu doğrultuda amacımız, bu coğrafyada yaşayan insanların birikimleri, gereksinimleri ve sahip oldukları malzeme ile üretim ve istihdam alanında projeler üretmek, bu yolla markalar yaratarak bölge insanına daha onların göçmeyecekleri, umudunu dışarıda aramayacakları, kendi topraklarından mutlu olabilecekleri bir imkan sağlamak. Elbette bunu sadece üretim alanları içerisinde düşünmek yerine, kültür turizmi gibi öteki alanlarla bölgeye katkı üretmek doğrultusunda bir kurumlaşmayı, sivil anlayışla ve sivil ruhla bütünleştirerek, yeni diyebileceğimiz modeli hayata geçirmek isterim. İsterim ki gönüllüler tükenmez bir sorumlulukla bu projenin sahipleri olsun.

Doğanın içerisindeki konumuyla tıpkı bir Land Art örneği gibi ayakta duran yapı, kavramsal açıdan Anadolu efsaneleri ve yerel mitolojinin izlerini de taşıyor diyebilir miyiz? Hiçliğin ortasında bir kurtarıcı gibi…

Baksı bizim köyün eski adı.  Hekim, iyileştirici, şair, din adamı anlamına geliyor. Dayandığı  ana kök şamanizmdir.  Elbette bu boyutlarıyla kırsalın var oluşuna çıkan çareler ve çözümleri temsil eder. Tıpkı bizim köydeki Huykesen Ağacı gibi. Herkes için çare olmaya ve herkesin yanında olmaya, herkesin umutlarını temsil etmeye yönelen bir inanç. Bu yapının bulunduğu ortam her halükarda masallar dünyasından beslenir ve bölge mimarisi de bu masallar dünyasının yolcusu olan insanın kendini sürdürebilme mekanlarıdır. Baksı da hem niyet hem konum olarak bu yerel birikim, yerel ruhun günümüz duygusuyla bir araya gelişinden doğmuştur. Baksı’ya bir mimari yapı diye bakıldığında, sadece bir müze binası diye bakıldığında- ki bu bakılabilir, öyle de oluyor- galiba Baksı’nın beslendiği kökleri ve bu köklerden tomurcuklanan gelecek özlemleri yeteri kadar anlaşılmış olmaz. O nedenle Baksı bir binadan daha çok, bir adanmışlık merkezi olarak doğanın içerisinde bir bellek oluşturan ve  geleceği selamlama arzusuyla yola çıkan bir sanat yapıtıdır. Baksı Müzesi  bu anlamda, merkezin dışında var olma ve coğrafyanın yalnızlığında yaşamayı seçme bakımından, bir Land Art temsilcisi olarak tanımlanabilir. Öte yanda maddi kazanç çabalarını bağlamı dışına atarak yalnızca bir var olma, doğayla bütünleşme ve geleceğe uzanma arzusunun var ettiği içerikle bir sanat eseri olarak, sanat tarihi içerisindeki yerini alabilmelidir. Belki de bu nedenlerle Baksı Müzesi, benim üretimi en uzun sürmüş ve en önemli yapıtımdır diyebilirim ve Baksı’nın var oluşu bir mitolojik gerçekliktir demek mümkündür.

Köyde kurmaya karar verdiğiniz kadın istihdam merkezi de çok değerli bir kazanım. Ataerkil geleneğin sürdüğü kırsal bir bölgede, nispeten muhafazakar diyebileceğimiz yerel halkın bu konudaki tutumu nasıldı?

Bu sorunuzla Baksı Müzesi’nin özgün alanlarından bahsetme imkanı elde ettiğimi düşünüyorum. Elbette bunlardan bir tanesi çevre insanının özellikle kadınların üretime katılmalarını sağlaması, yetenekli çocukların saptanarak gelişebilecekleri bilgiyi ve ekonomik desteği onlara sunması, bunun yanı sıra üst sanat-alt sanat gibi ayrımları dışlayarak dönemsel olmayı da dışında tutan, insanın koşulları ne olursa olsun yaşamı boyunca en saygı duyduğumuz çabasını, yaşamına anlam katabilme uğraşını desteklemekten hiçbir zaman vazgeçmediğini vurgulayan bir müze olması, müze koleksiyonlarında etnografya halk kültürüne ait ürünlerle günümüz sanatın en uç ürünlerini bir araya getirmesi ve insanın bu yaşamı anlamlandırma süreçlerini izleyiciyle paylaşma arzusu, Baksı Müzesi’nin müzecilik açısından özgünlüğünü oluşturur. Aslında Baksı Müzesi, bilinen müzecilik yöntemleri ile yaşam arasında bağ kurmaya karar vermiş bir kurumdur. Başka bir deyişle merkezle periferi arasında olduğu gibi sanatla tasarım arasında da köprüler oluşturmaya kalkışmıştır.  Bu nedenle de kadınlarımızın ekonomik aktör olarak aileye ve bölgeye katkı üretmeleri için atölyeler kurduk. Bu atölyelerde üretilenleri pazarlayarak aile bütçesine katkılar sağladık. Nitekim köy-kent arasındaki hareketlilik nedeniyle kentlerde toplanmaya başlayan kadın nüfusun üretime katılmaları için, Tabanlıoğlu Mimarlık’ın Melkan Gürsel yönetiminde tasarladığı kadın istihdam merkezinin inşasına karar verdik. Böylece köyden kente proje taşıyan ve insanı izleyen bir kurum olarak, her şeye karşın birlikte üretimin insanı daha da zenginleştireceğine olan inancımızı, bunun aracılığıyla ifade etmiş oluyoruz. Çevre halkın tutumuna gelince bizim bulunduğumuz çevre gurbet aracılığıyla büyük göç veren bir çevre. Erkekler gurbette kazandıklarıyla burada kendi aile mutluluklarını inşa etmeye çalışıyorlar. Bu nedenle 2000’de inşaatına başladığımız bu projede para karşılığı çalışmak istemediler. Aradan geçen zamanda, bu engelin kolaylıkla aşıldığını ve artık kadınların da hiç alışık olmadıkları ücret karşılığı üretime katılmayı benimsediklerini ve bu konuda geri dönüşlerin başladığını memnuniyetle söyleyebilirim.

Geleceği inşa etmek için geçmişi bilmek ve korumak gerekir diyoruz. Sizin hayaliniz olan bu kültürel mirasın meyveleri neler olacak dersiniz?

Genel tanımıyla herkes ve hemen her şey gelecekle ilgili bağlantılar taşır. Aslında bu bağlantı aynı zamanda geçmişle de ilişkilidir. Daha toplayıcı bir anlatımla her şey ve herkes zaman içinde bir yolculuk yapar. Bu bizzat tanık olduğu yolculuk olarak anlaşılmasına karşın bilgi olarak da kendini zamana yayar ve çoğaltır. O zaman biz boyutları ne olursa olsun bir süreklilikten söz etmek durumundayız. Sözü eğer özneye getirecek olursam öznenin kendine dair yaşantısı –ki bu geçmişi ve geleceği kapsar- bir bütünlük içerir. Bu bütünlük kendi içinde karşı çıkışları da barındırır elbette. Ancak karşı çıkışlarıyla ve kabulleriyle birlikte bu bütünlük kendini var eder. Bu bütünlük aynı zamanda öznenin deneyimidir ve öznenin birikimini oluşturur. Sanattan beklediğimiz, yaşamı zenginleştirme ve gelecek umudunu kışkırtma durumu işte bu hikayesi olan insanların başarabileceği bir şeydir diye düşünmüşümdür. O nedenle de en azından gelenek bize sorun çözme deneyimi kazandırırken, kimi zaman kendisini geleceğe kapayarak var etmek ister. Bazen de bu duruma tepki için salt geleceği düşünerek geçmişi bağlamın dışına iter. Bu durum çoğu kez konjonktüreldir ve insanın bütünüyle sağlıklı ilişki kurmasında yaratılmış sorunlardan en önceliklisidir. Özetleyecek olursak, geleceği olmayan ya da gelecek hayalleri olmayan bir geçmiş ne ise, geçmişi olmayan bir gelecekçi tutum da odur. Benim anladığım, geleneği bir akar nehir gibi kabullenip, tüm topraklardan beslenerek bir ırmağa dönüştürmektir. Irmağın hem geçmişi vardır -ki orada küçük kaynaklar söz konusu olabilir- giderek debisi yükselen bir geleceği de söz konusudur. Ben gelecekçi düşüncenin gelecek hayata ait olduğunu, ama bu hayatın sorunlarının da, zenginliklerinin de geçmişten kaynaklandığına inanırım ve buradaki bütünlüğün insanı daha zengin bir dünyaya taşıyacağına, sanatçının bu yolculuğa coşku, adalet, vicdan ve sahiplenme katacağına inanıyorum.

Şu an devam eden Nuri Bilge Ceylan sergisi de muhteşem bir prodüksiyon. Müzenin bulunduğu coğrafya ve tabiatın yansıması niteliğindeki eserleri bir araya getirirken neleri gözettiniz?

Biz Baksı Müzesi olarak bulunduğumuz coğrafyayı çok önemsiyoruz ve bu coğrafyanın bize kazandırdığı deneyimi son derece kıymetli buluyoruz. O nedenle kendimizi dünyanın herhangi bir yerinde kabul etmek yerine, bu coğrafyanın içinde saymak istedik. Bu nedenle de dünya gerçekliğini, çağın ruhunu buradaki birikimle harmanlayarak yeni bir söylem alanı yaratmak istedik. Nitekim bugüne kadar kurduğumuz her sergi gibi müze koleksiyonları da bu anlayışa göre oluştular. Nuri Bilge Ceylan, Anadolu çeşitliliğini zamana dair anlatırken bununla birlikte zamansız yeni bir zaman kavramı üstünden zengin, özgün bir dil kurmuştur. Bu nedenle de kendine ait olanı tüm kimliklerden uzaklaştırmak yerine onu kabul edip kendi diline göre, yeniden şekillendirirken yöneldiği görselin orijinaline olağanüstü bir saygıyla methiyeler oluşturur ve o görüntüyü yüceltir. Bu görüntü ki Baksı’daki sergide “Babamın Dünyası” ve “Sinemaskop Türkiye” görselleriyle Anadolu insanını anlatıyor. Bu bağlamla da bu sergiyle bir buluşma oluşturduğumuzu düşünüyoruz. Serginin oluşumuna gelince, sanat danışma kurullarımız her yıl büyük bir toplantı yaparak gerçekleşebilecek sergiler üstünde görüş oluşturur.  Nuri Bilge Ceylan  sergisi de bu süreçle ilgilidir.  Kurulumuz bu serginin açılmasının iyi olacağı konusunda karar aldılar. Bu görüşümüzü kurul üyemiz Levent Çalıkoğlu ile paylaştım. Kendilerinin Dirimart’la kurdukları temas sonucunda bu sergi gerçekleşti.


print