VENEDİK BİENALİ İZLENİMLERİ

Türkiye sanat ortamını yakından ilgilendiren, Avrupa’nın prestijli sanat etkinliği Venedik Bienali kapılarını açtı. Geçtiğimiz hafta ziyaret etme fırsatı bulduğum bienalin sanatçıları arasında Halil Altındere’nin yer alması ve ulusal pavyonu İnci Eviner’in temsil etmesi hepimizi gururlandırdı.

Küratörlüğünü Londra’nın en önemli kurumlarından Hayward Gallery’nin yöneticisi Ralph Rugoff’un üstlendiği 58. Uluslararası Venedik Bienali, kariyerini uluslararası düzeye taşımış 79 sanatçının işlerini bir araya getiriyor. Kültürler ve disiplinlerüzeri yapısıyla göz dolduran bu geniş seçkinin yanı sıra ulusal pavyonları da başarılı buldum.

İnci Eviner’in “Biz, Başka Yerde” başlıklı sunumu, mimari altyapıyla bütünleşerek mekânı adeta bir sahneye dönüştürmüş. Küratörlüğünü Zeynep Öz’ün üstlendiği pavyonda, Eviner’in performans ve yeni medyayı kendine özgü üslubuyla harmanladığı video enstalasyonları,  Arsenale’nin büyüleyici atmosferini daha da güçlendirmiş. Türkiye güncel sanat sahnesinin öncü figürlerinden Halil Altındere ise “Space Refugee” ve “Neverland” yerleştirmeleri ile ses getirdi. Bienalin yüzyılı aşan tarihindeki ulus temsili meselesini tartışmaya açan Altındere; adeta yurtsuzlar, sınırları reddedenler ve mülteciler adına sembolik bir pavyon kurguluyor.

İsmindeki ironiyle vurgulanan bu “varolmayan topraklar”, Altındere’nin hicivli ifade dilini, küresel bir düzen eleştirisiyle kaynaştırdığı muazzam bir çalışma diyebilrim. Bienal ekibinin de “May You Live in Interesting Times” başlığı altında derinleştirdiği kavramsal çerçevede vurguladıkları şekilde; içinden geçtiğimiz kritik döneme ve gündeme dair söyleyecek çarpıcı sözü olan, alternatif bakış açıları öneren isimler arasında Halil Altındere kesinlikle öne çıkıyor. Bienalde ilgimi çeken diğer ülke pavyonları arasında Rusya, İskandinavya, Fransa ve İngiltere’yi sayabilirim.

Shilpa Gupta sunumuyla bienale katılan Hindistan pavyonu da sınır, kapı, coğrafya, tahripat ve yıkım gibi kavramlar etrafında şekillenen hareketli enstalasyonuyla favorilerim arasına girdi. Gana ve Güney Kore temsilleri ise mekânla kurduğu diyalog bakımından bienalin öne çıkanlarından diyebilirim. İddialı boyutuyla kendinden söz ettiren ancak estetik niteliği ne yazık ki izleyicilerden geçer not alamamış olan Lorenzo Quinn imzalı devasa el heykelleri için benim yorumum da pek parlak değil. Temsil ettiği temalar önemli olsa da mekâna özgü bir yerleştirmenin bu denli incelik ve kavramsallıktan yoksun olması Venedik gibi bir sanat şehri adına şaşırtıcı diyebilirim.

Bienal kapsamında görülebilecek özel seçkilerin sayısı da sanatseverler açısından oldukça doyurucu. Arte Povera’nın ustalarından Jannis Kounellis sergisi, Renata Morales ile Marina Abramović’in kolektif projesi ve Alman sanatçı Baselitz’in Gallery dell’Accademia’daki major retrospektifi görmeden geçilmemesi gerekenler arasında.  Venedik’in yakınındaki küçük kara parçalarından San Clemente adası ise ziyaretçi akınına uğrayan bir diğer lokasyon. Yerel nüfusun azlığına karşın her yıl turist sayısıyla binleri ağırlayan ada, adeta bir açık hava müzesi niteliğinde. Tony Cragg’den Vasconcelos’a uzanan geniş heykel seçkisi ziyaretçilere keyifli anlar vadediyor.

Hazır tatil zamanları da gelmişken Venedik’i bu yaz ayları için rotanıza eklemenizi öneririm. Ülkemiz çağdaş sanat üretimine dikkatleri yöneltmesi açısından ayrıca önem taşıyan bu yılki bienali gördüğünüze kesinlikle değecek. 24 Kasım’a dek vaktiniz var.


print