HAFTANIN DİKKAT ÇEKEN SERGİLERİ

İstanbul’da yoğun olarak yaşanan sergi sezonu her ay yepyeni sergileri sanatseverler ile buluşturmaya devam ediyor. Bu hafta Kuad Galeri’de ve Aksanat’ta yer alan sergiler; farklı konuların ele alındığı, güncel sanatımızın hangi noktada olduğunu bize gösteren güzel örnekler.

İlk durağım açıldığı günden beri keyifle takip ettiğim Kuad Galeri. Bu mekanda “ Mutsuz Hazır Nesne” başlıklı sergi yer alıyor. Marcel Duchamp’ın “ Bisiklet Tekerleği “ve “Şişe Kurutucusu” adlı iki hazır nesnesinin 100. Yılında: Hera Büyüktaşçıyan, Vahit Tuna, Gülçin Aksoy, Lydia Dambassina, Komet, Tunca Subaşı, Erol Eskici ve Şakir Gökçebağ gibi sanatçıların yapıtları yer alıyor. Galerinin farklı noktalarına konumlandırılmış eserlerin arasında dolaşırken, Şakir Gökçebağ’ın galeri duvarına yerleştirdiği askılar ile yaptığı “ Soy Ağacı” ve “ şemsiye formundaki güneş “Prefix & Suffix # 5“ serisinden çalışmaları dikkat çekiciydi. Sergi, gündelik hayatımızda kullandığımız hazır nesnelerin de birer sanat eseri olabileceğini göstererek izleyene farklı bir bakış açısı sunuyor. Uzun süredir Almanya’da yaşayan sanatçının Tanas Berlin’deki sergisi; ayakkabı, şemsiye, çatal, tel ve kağıt rulo gibi günlük kullanım nesnelerini büyük bir ustalıkla yeniden yorumladığı aklımda kalan çarpıcı sergilerden birisiydi.

Hera Büyüktaşçıyan’ın “Panarchia” adlı çalışması; araştırmaya dayalı, mekana özgü ve farklı sanatsal diliyle serginin öne çıkan eserlerinden. Geçen sene ARTER Sanat Merkezi’ndeki “The Island” ve “Somewhere in the Middle” işlerinden de çok etkilendiğim Hera’nın çalışmaları, mekanın fiziksel özelliklerinin yanı sıra tarihi ve psikolojik karakterine de göndermede bulunur.

Mac Art Galeri’den hatırladığım sanatçı Erol Eskici’nin “ Sarkaç’ın Doğası” çalışmasında, eksen etrafında ileri geri hareket eden bir nesnenin insan ile ilişkilendirilmesi fikri düşündürücü ve ilginçti. 2005 yılında sanatçı Guido Casaretto ile birlikte yaptığı “ yüzen gecekondu” projesinden tanıdığım, güncel sanatın genç isimlerinden Tunca Subaşı’nın “ 10 kasa” adlı çalışması matematiksel tekrarı ve estetiği olan, Andy Warhol’dan gelen esintileri ile güzel bir çalışma.

Bugün bizler Duchamp sayesinde gündelik kullandığımız hazır nesnelerin sanat olarak düzenlenmesini benimsemekte bir engel görmüyoruz. Ayrıca sanatçıların büyük zorluklara katlanıp bu nesneleri elle yeniden yaratmaları da onlara farklı bir anlam yüklüyor. Sergilenen eserlerin içindeki ironi, bizleri düşünmeye de sevk ediyor. Hiç şüphesiz Duchamp, batı sanat dünyasının sanat anlayışını değiştirmiş, başka bir ifade ile yeni ufuklar açmıştır. Kanımca sanat ve gündelik nesne arasındaki birliktelik çağdaş sanatın en kalıcı stratejilerini beslemiştir. Sergideki tüm yerleştirmeler bize; Sanatın nesnenin kendisinden değil, ona yüklenmiş anlamlarda olduğu fikrini işaret ediyor.

İkinci durağım Akbank Sanat. Hasan Bülent Kahraman küratörlüğünde gerçekleşen “ Özerk ve Çok Güzel” ; bellek, kimlik, mekan, aidiyet ve beden gibi kavramlar üzerine farklı medyaları bir arada sunan karma bir sergi. Giriş salonu ortasına konumlandırılmış Seçkin Pirim’in “ Dinliyorum” adlı heykeli izleyeni kapıda karşılıyor. Eser birbirini tekrar eden katmanlardan oluşuyor. İnsanı derinliğe çeken bir tarafı varken, öte yandan da parlak yüzeyi ile özgürlük hissi veren bir yapıt.

Hüseyin Çağlayan’ın “ Place to Passage “ 2003, videosunu 2004 yılında Proje 4 L’de gördüğümü anımsıyorum. Video ile animasyonun birleştirildiği filmde androjen bir figür koza içinde Londra’dan İstanbul’a seyahat ediyor. Filmde dijital ve fütürist bir İstanbul tasviri var. Hüseyin Çağlayan’ı önemli kılan unsurlardan birisi sanatçının avangart yaklaşımı.

Yukarı kata çıktığımda Osman Dinç’in Çelik kayığı içindeki buğday ile kaplı eseri dikkatimi çekiyor. İlk çağlardaki insanın yaşam serüveninin yalın ve duyarlı ruhunu yansıtan düşündürücü bir iş. Sanatçı ile yaptığım söyleşiden edindiğim bilgiye göre; Mısır’da arkeolojik kazılardan tohum buluyorlar ve bu tohum 3000 yıl sonra ekilince büyüyor. Bu durum bir bakıma sanatçının ifadesiyle; “Zamanı Durdurma “ olayı. Diğer dünyaya geçişi simgeleyen kayık ve dünyanın en eski besini olan buğday, herkesin “ölümsüzlüğü” araması gibi iki paradoksu bir arada barındıran anlamlı bir çalışma.

Sergideki beğendiğim iki videodan birisi Ferhat Özgür’e diğeri ise Şükran Moral’a ait. Ferhat Özgür’ün kimlik değişimi ve birey ilişkilerine odaklanan “Metamorfoz Muhabbet” adlı videosu; kişinin kendini keşfetmesi ve kendisinin kim olduğunu algılaması adına ironik ve düşündürücü. Türkiye’nin en cesur kadın sanatçısı olarak tanınan Şükran Moral‘a gelince 5.İstanbul Bienali’nde yer alan “ Hamam” adlı videosu erkekler hamamında bir kadının varlığını sorgularken, romantik dönem resimlerini andıran, içinde çarpıcı imgelerin bulunduğu, tabuları yıkan provokatif bir çalışma.

Her iki sergide 1 Mart 2014’e kadar izlenebilir.


print