YENİ KEŞİFLER

Hafta sonu, sanat alanında yeni isimlerin yer aldığı sergileri ziyaret ederken hem İstanbul’un daha önce görmediğim semtlerini keşfettim hem de umut vadeden küratör ve sanatçıları tanıma fırsatı buldum. Bu yazımda sizlerle paylaşmak istediğim isimler, iki farklı rotadaydı; ben de sanat turuma ilk olarak Beyoğlu’ndan başladım. Karşı Sanat ve Versus Art Project’in yer aldığı, 1904 tarihinde yapılmış eski bir Fransız binası olan Hanif Han, dışıyla olduğu kadar içerideki merdiven ve yer döşemeleri gibi detaylarıyla da harika bir Art Noveau yapısı olarak korunmuş. Bu etkileyici tarihi dokunun içerisinde güncel sanatın başarılı örneklerine ulaşmak tatlı bir sürpriz oluyor.

Versus Art Project’te Özlem Ünsal küratörlüğünde gerçekleşen “Locus” isimli karma serginin, galerinin mekanı olan Hanif Han’ın mimari özellikleriyle diyalog kurmasına özen gösterilmiş. İstanbul’da kent kültürü, değişen kent silüeti ve dönüşen semt ruhu üzerine her yaştan sanatçının eserine yer veren sergide beni en çok heyecanlandıran işler Sercan Apaydın ve Hüseyin Arıcı’ya aitti. Sercan Apaydın, çarpık kentleşme ve kentsel dönüşümün etkileri üzerine eğildiği tuval üzerine akrilik çalışmalarında, izleyiciyi birey olarak mimari yapılar ile ilişkisi hakkında düşünmeye itiyor. İrfan Önürmen’in öğrencisi olan sanatçı, doğadan kopuk şehir imgesini canlandırırken tıpkı insanlar gibi kentlerin de kaybettiği doğallığın yerine gelen yapaylığı bize hatırlatmak istiyor. Hüseyin Arıcı ise ilk gördüğümde ahşap zannettiğim başarılı tuval çalışmalara imza atan sanatçı. Yuvarlak, büyük boyutlu yüzey adeta gerçek ahşap dokusuyla insanı içine alıyor, sonradan bunun yağlıboya olduğunu anladığınızda yine doğallığın yerini alan bir kurgu ile karşılaşıyorsunuz. Doğaya dair detaylara duyduğumuz özlemi daha iyi anlıyorum. Sergide, birbirini şık biçimde tamamlayan eserlerden Alper Derinboğaz’ın mimari ve topografik detayları temsil eden rölyefleri ve Mert Acar’ın minimalist fotoğrafları beni etkileyen diğer çalışmalar oldu. Bulunduğu bina ve tarihi iç mekan ile özdeşleşmiş bu sergiyi görmek için 7 Mayıs’a dek vaktiniz var.

DSC_7372 - Kopya

Bir üst kata çıktığımda Karşı Sanat’ta devam eden “Kayıpta Saklı” isimli sergi, yine gündemimizi meşgul eden konulara; kadın hakları, kadına ve çocuğa şiddet gibi sorunların yakın geçmişteki siyasi olaylarla desteklendiği temalara değinmişti. Güncel sanatın önemli temsilcilerinden Nalan Yırtmaç, Neriman Polat, CANAN gibi aşina olduğumuz isimlerin yanı sıra Fulya Çetin ve Arzu Yayıntaş benim bu sergideki değerli keşiflerim oldu. Aslen tuval üzerine çalıştığını öğrendiğim Fulya Çetin’in, 22 adet tülbente boyadığı çocuk portreleri, asılı durduğu koridorda sizi gerçeklerle yüz yüze gelmeye davet ediyor. Arzu Yayıntaş’ın Taksim meydanında yumruğunu kaldırarak, binaların üzerine kadar her yeri yeşile bürüyerek sonunda bir ormana dönüştürdüğü videosu ise taşıdığı derin anlamlarla oldukça düşündürücüydü.

6b1a587f8300f9f0019dd94b051fb435

Bir sonraki durağımda, genç isimlerden Naz Cuguoğlu’nun küratörlüğünde açılan sergiyi görmek için Unkapanı’na gittim. İMÇ’nin arka sokaklarında yer alan, Volkan Aslan ve Nancy Atakan tarafından açılmış Proto 5533 isimli mekanda, Jorge Mendez Blake’e ait yerleştirme serginin başarılı işlerindendi. Kitap sırtını andıran dikdörtgen çizimlerle ayna modüllerini bir araya getiren sanatçının, hem zemin hem de duvar yüzeyini kullanarak sonsuz bir kütüphane temsili yarattığı çalışmasını serginin konseptine çok uygun buldum.

Jorge-Mendez-Blake-02

Buradan çıktığımda serginin devamını görmek için başka bir mekana gideceğimizi öğrendim. İçinde barındırdığı sürprizlerle beni sürekli şaşırtan İstanbul, hiç beklemediğim bir anda Recai Mehmet Efendi Kütüphanesi gibi harika bir yapıyı bana tanıttı. Hayatımda ilk kez ziyaret etme şansı bulduğum bu tarihi bina, Hazine Katipliği ve Defterdarlık gibi görevlerde bulunan Recai Mehmet Efendi tarafından 1774 yılında yaptırılmış. Halen aktif olarak kullanılan bu kütüphanede, Sultan Burcu Demir’in beni çok heyecanlandıran, kağıttan üretilmiş dünya kürelerinden yerleştirmesi, metin biçimler oluşturarak okunması fiziksel olarak imkansız bir içerik sunuyordu. Bir yanda kendi üslubunda görsel bir kütüphane yaratan Demir’in işi, diğer yanda kitap okuyan insanlar varken, sergi gezmek için buraya geldiğimde yaşayan bir eserin parçası olduğumu hissettim.

Sultan-Burcu-Demir-02

İstanbul’un iki ayrı ucunda, üç farklı sergi vesilesiyle keşfettiğim, vizyonlarıyla ufkumuzu açan bu gibi genç isimleri tanımak beni her zaman heyecanlandırıyor. Ben de yazılarımı takip eden siz değerli sanatseverler için keşif turlarıma devam edeceğim.


print