2019 BAŞLARKEN

2019’un ilk günlerini, dikkat çeken bir kaç yurt dışı haberine ve sanat ortamına katkısıyla takdir ettiğim adas’taki sergiye yer vererek karşılayalım istedim. Türkiyeli sanatçıların yurt dışındaki görünürlüğü benim oldukça önemsediğim bir konu. Bu açıdan köşemde mutlaka yer vermeye çalışıyorum.

İlk olarak yerli sanatçılarımızın gurur verici projelerine değinirsek SAHA Derneği’ni, bu alandaki destekleri için tebrik etmek gerekir. Başarılı güncel sanatçımız Banu Cennetoğlu’nun, 14 Ocak-25 Mart 2019 tarihleri arasında New York’taki SculptureCenter’da izleyiciyle buluşacak olan sergisi, bu yılın güzel haberlerinden. Çalışmalarını arşiv, toplama, haritalama, analiz metodları etrafında geliştirerek veri ve enformasyon kullanım/dağıtım pratiklerini sorgulayan sanatçı; ABD’deki ilk kişisel sergisine imza atmış oluyor. Birden fazla isme sahip çalışma, 2006-2018 arasında sanatçının otobiyografik arşivinden derlenen, müdahale edilmemiş ve kronolojik bir düzenle akan görsel ve videoları içeriyor. Geçtiğimiz yıl Londra’da ilk gösterimi yapılan eser için Cennetoğlu’nun uygun gördüğü “intro-spective” başlığını da başarılı buldum. Nesne, görüntü, metin ve basılı metaryallerden oluşan multidisipliner pratiğiyle tanıdığımız sanatçının, kişisel geçmişindeki dikkate değer detayları bir arada sunması; hem kendi üretimlerine dair bir geriye bakış hem de iç dünyasına açılan bir kapı niteliğinde. Yolu düşenler mutlaka sergiyi ziyaret etsin derim.

Bir diğer güzel haber de Hera Büyüktaşçıyan’ın, mekâna özgü bir iş üretmek üzere Napoli’de düzenlenen “Underneath the Arches” projesinin ikinci edisyonuna davet edilmesi. Sanatçı; tarih, toplumsal bellek, coğrafya, mimari ve kentsel arşiv temaları etrafında şekillenen pratiğiyle paralel bu projede, Roma kemeri kalıntısıyla ilişkili bir alana müdahale ediyor. “From There We Came Out and Saw the Star” başlıklı iş; Napoli’nin çok katmanlı tarihsel ve coğrafi statüsünü, antik kalıntılar ve yeraltı mimarisi üzerinden yeniden yorumluyor. Gerçek olmayan bir su yolu inşa eden Büyüktaşçıyan,  unutulmuş bir kaynağın taşıp suyla kapladığı bir alan yaratıyor. Bölgede de oldukça ses getiren bu çalışma, 10 Mart tarihine dek izlenebilir.

İşlerini beğenerek takip ettiğim Pınar Öğrenci’nin daha önce Depo’daki sergisinde yer almış olan çok ekranlı yerleştirmesi “LED Light City Istanbul”un, Hollanda Tilburg’daki bir video platformu tarafından gösterilmesi yine bu yılın gurur verici bir haberi bana göre. Orijinal sergileme biçiminden farklı bir dokunuşla çalışmayı, kamusal bir alandaki billboard içerisinde sunan platform; işin vurgulamak istediği göç, dil, kent, kimlik, aidiyet meselelerine daha keskin bir ışık tutmuş oldu.

Son olarak; mimari, tasarım, plastik sanatlar alanındaki sergi ve etkinlikleriyle aktif bir sosyal paylaşım alanı niteliğindeki bağımsız mekân adas’ta kapılarını açan Mike Berg sergisine değinmeden geçmeyelim. Guaş desenlerden kilimlere, mürekkep lekeli çalışmalardan metal heykellere uzanan büyüleyici üretimleriyle malzemenin sınırlarını zorlayan Mike Berg’ün “The Ship that Sailed” başlıklı kişisel sergisi, beni oldukça etkiledi. Türkiye’de yaşadığı yıllar boyunca soyut ifadeciliğinden ilham aldığı Doğu kültürünün formal izlerini çalışmalarına yansıtan sanatçı, serginin yaratacağı fikirsel ve duygusal potansiyeli izleyicinin algısına teslim ediyor. 28 Şubat tarihine dek devam edecek olan sergiyi mutlaka ziyaret edin derim.


print