Geçtiğimiz ay yaptığım Miami seyahatimde yine heyecan verici sergiler gezme fırsatı buldum. Hem yenilikçi müzeleri, sanat kurumları hem de gelecek vaat eden galerileri ve yatırımlarını artıran Latin koleksiyonerlerle Miami, çağdaş sanatın nabzını tutmaya aday. Yılın en önemli etkinliklerinden, Aralık ayındaki Art Basel Miami’ye hazırlık aşamasında olan kentte şu günlerde konferans salonları yenileniyor, yollarda düzenlemeler yapılıyor; kısaca bir koşturmaca hakim diyebilirim. Bu tempo sürerken bir çok güzel sergi de sanatseverleri ağırlamaya devam ediyor. Ben en çok Pérez Art Museum’dakileri beğendim ve neredeyse tüm günümü zevkle geçirdiğim bu müzenin koleksiyonuna ilişkin ayrıntılı bilgi sahibi oldum.
Pérez Art Museum, girişteki iki galeri alanına ve üst katlara yayılan “Routes of Influence” isimli hayli kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Müzenin daimi koleksiyonundaki eserlerle yapılan seçki, Amerikan modern sanatından günümüze uzanan eğilimlerin odağa alındığı altı tema etrafında şekilleniyor. Geleneksel, kültürel ve ulusal çizgilerin ötesine geçerek dinamik bir akışla üretilen yapıtların birbirleri ile olan etkileşimlerine ışık tutan sergi, sabit bir karakterle sınırlı kalmamış çok yönlü sanat pratiklerini keşfetmemizi sağlıyor. Amerikan geometrik sanatı ile başlangıç yapılmasını ve genel küratöryal düzendeki bu tarihsel kurguyu yerinde buldum. İlk bölüm Konstrüktivizm ve Rus Avangard sanatıyla bağlantılı yapısalcı eserleri içeriyor. Soyut formların hakim olduğu çalışmalarla bu seçki, erken 20. yüzyıl akımlarına dair ideolojik ve sanatsal yaklaşımların öne çıktığı güzel bir özet olmuş diyebilirim. Devam eden alanda bu kez Minimalizm ve Konseptüalizmin izini süreceğimiz işler karşımıza çıkıyor.
Kompozisyonlarda çeşitli geometrik formların kullanıldığı, yansıtıcı yüzeyler, tekrarlayan şekiller ve endüstriyel çağrışımlı eserler, izleyicinin algısını genişletmenin yanı sıra 1960 ve 70’lerin sanat ortamındaki hareketliliğini akıllara getiriyor. Robert Morris’in aynalı küpleri ve Teresita Fernández’in akrilik küpleri bu bölümde diyaloğunu en beğendiğim işlerden. Konseptüel sanatın yaratıcılarından Sol LeWitt’in çalışması da yine öne çıkan parçalardan.
Diğer galeri mekanlarından önce Robert Rauschenberg’e ayrılan özel proje odasını sergi rotasına eklemeleri hoş bir ayrıntı. Müzenin koleksiyonundan oluşturulan seçkide, bu öncü sanatçının buluntu objelerle yaptığı enstalasyonlar, 1950’lerin günlük yaşam kültürüne dair izler taşıyan çizimler, resimler ve heykeller yer alıyor. Amerikan sanat tarihinin en verimli dönemlerini yansıtan bu bölüm genel temanın tamamlayıcısı olmuş diyebilirim. Yukarıya çıkarak sergiye devam ettiğimizde bu kez 1960’ların Pop Art geleneği ile karşılaşıyoruz. Soğuk Savaş döneminin fikirsel ortamını gözler önüne seren bölümde, reklamcılık sistemi ve tüketim alışkanlıklarına eleştirel bir dille yaklaşan, aralarında Andy Warhol’un da bulunduğu sanatçıların işlerine yer verilmiş. Popüler kültüre dair semboller, objeler, televizyon ve gazetelerden edinilmiş imajlar içeren çalışmalarda, politik tavırların öne çıktığını görüyoruz. Benim en çok ilgimi çeken kısımlardan biri “Critical Gestures” başlıklı seçki oldu. Amerikan Soyut Ekspresyonist resminin en görkemli örneklerinin sunulduğu bölüm, savaş sonrası dönemin üretim biçimleri ve ideolojik alt yapısına dair etraflıca fikir veriyor. Tuval yüzeyini farklı teknik ve materyallerle kullanıma açan sanatçılar, yapıtlarıyla kurdukları fiziksel, duygusal ve zihinsel bağa işaret eden yenilikçi resmetme tavırlarıyla unutulmaz bir gelenek yaratmış oldular. Usta isimlerin birbiriyle yarışır güzellikte işlerinin arasında, Julie Mehretu’nun “Myriads, Only By Dark” isimli dörtlü çalışması heyecan vericiydi. Tarih boyunca statü sembolü olarak süslemenin kullanımına değinen ve geleneksel motiflerin çağdaş üretimlerde yeniden yorumlandığı eserleri görebildiğimiz bölüm de oldukça ilgi çekiciydi. Sergiye son veren ise Kuzey Amerika manzaralarının vazgeçilmez unsuru olarak görülen otoyolların konu alındığı, heykeller ve geçmişten günümüze fotoğrafların izlenebildiği galeriydi.
Bu doyurucu seçkiye eşlik eden ve beni çok heyecanlandıran ayrı bir sergi ise Jean-Michel Basquiat’nın defterlerinin yer aldığı “Basquiat: The Unknown Notebooks” isimli bölümdü. New York’ta graffiti sanatçısı olarak ün kazanan ve ardından Yeni Dışavurumcu tablolar resmetmeye başlayan bu sıradışı isme, böyle kapsamlı ve spesifik bir sergi yapılmış olmasını takdir ettim. Uluslararası bilinirliğe sahip ilk Afroamerikan ressam olan Basquiat’nın çizimler, eskizler, şiirler, yazılar, günlük hayata ve kişisel gözlemlerine dair notlarla dolu defterlerini görmek müthiş bir deneyimdi. Sanatçının aşina olduğu sokak yaşamı ve popüler kültürden, ırkçılık, sınıf ayrımı, sosyo-kültürel ve siyasal gündeme kadar pek çok konuda zihnindekileri aktardığı bu değerli belgelere resimleri de eşlik ediyor. Çok yönlü ilgisi ve hayranlık uyandıran dehasıyla Basquiat’nın üretimine çizgi romanlar, reklam afişleri, hip-hop kültürü ve Pop Art akımı da ilham olmuş. Sergi, Basquiat’nın sanatında dikkat çeken, yazı ve imge arasındaki belirgin etkileşime de vurgu yapıyor. Kendi deyimiyle kelimelere görsel elemanlar gibi davranan sanatçı, kompozisyonlarında ve defterlerinde dili lirik ve şiirsel bir şekilde kullanıyor. Harflerle, cümle yapılarıyla oyun oynayan hatta onları baştan tasarlayan Basquiat için dil, üretmenin ve zihinsel dışavurumun olmazsa olmaz bir unsuru. Sergide ayrıca, yakın arkadaşı olan ve hatta bir dönem aynı evde kaldığını bildiğimiz Andy Warhol ile birlikte yapılmış ikonik tabloyu da gördüğüme çok sevindim. Bu öncü ve önemli ismin Amerikan sanat tarihindeki yerini taçlandıran, böylesi bir seçkiyi izlemek harika bir deneyim oldu benim için.
Pérez Art Museum, sahip olduğu koleksiyon ve organize ettiği proje ve sergilerle, Amerikan sanatına dair belleğinizi tazeleyecek, bilgi dağarcığınızı genişletecek nitelikte bir müze. Şehrin en işlek bölgelerinden birinde konumlanmış olan kurum, terasında da çocuklar için çeşitli sanatsal aktiviteler düzenliyor. Özellikle tavandan aşağı sarkan ağaç formundaki bitki yerleştirmeleri ve minimalist ve ferah mimari yapısıyla Miami’nin sanat cenneti diyebilirim. Eğer planlarınız arasında bu capcanlı şehre gitmek varsa Amerikan sanatının kökenlerini keşfedebileceğiniz, modernden çağdaşa en başat örneklerini görebileceğiniz bu müzeye uğramadan geçmeyin derim.