Fazıl Say, Helene Grimaud, Hüseyin Sermet, La Fura Dels Baus

İstanbul Müzik Festivali geçen akşam özel bir geceye ev sahipliği yaptı. Festivalin 40. yıl şerefine Fazıl Say’a sipariş ettiği “Mezopotamya” adlı senfonik eserinin dünya prömiyerini Haliç Kongre Merkezi’nde dinleme şansını elde ettim.

Uzun zamandır festivalde yer almayan Say, İstanbul Senfonisi’nden sonra “başyapıt” niteliğindeki “Mezopotamya” adlı eseri ile müzikseverler ile tekrar biraraya geldi. Sanatçı, konserin ilk bölümünde Ludwig van Beethoven’ın 3. piyano konçertosunu kendi yorumu ile çaldı. Dakikalarca ayakta alkışlanan Fazıl Say, ilk bölümde bize unutamayacağımız anlar yaşattı. İkinci bölümde Şef Gürer Aykal yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Carolina Eyck, Bülent Evcil ve Çağatay Akyol ile beraber sanatçının bu muhteşem yapıtını yorumladılar.
Mezopotamya birçok uygarlığın beşiği olmuş, Gılgamış Destanı’na konu olan, dinlerin doğduğu önemli bir bölge. Bu topraklar eski çağlardan günümüze kadar çeşitli savaşlara tanıklık etmiş. Bu anlamda Fazıl Say’ın senfoniyi bestelerkenki çıkış noktası; Ölüm kültürü ve savaşa karşı bir barış çağrısı…
2008’de Avrupa Birliği tarafından kültür elçisi unvanı alan Fazıl Say sanıyorum bu unvanı fazlasıyla hak ediyor.
130 kişilik orkestrada dikkatimi çeken bir müzik aleti vardı ki hayatımda ilk defa gördüm. Carolina Eyck’ın kullandığı “Theremin”. Elektronik ve çalarken temas gerektirmeyen bu müzik aletini genç sanatçı bir eli ile titreşim dalgalarını, diğer eliyle de sesin şiddetini ayarlayarak çalması inanılmazdı.
Elektromanyetik dalgalar ile kullanılan ve çok nadir bulunan bu müzik aletini dünyada çok az insanın kullanıyor olabilmesi Eyck’ın sanatçı kişiliğine de ayrı bir katma değer katmıştı sanki.
Hélène Grimaud’un Aya İrini’deki konseri de bu yaz görülmesi gereken etkinliklerden birisiydi. Mozart’ın 8 numaralı piyano sonat’ı, Alben Berg’in piyano sonat’ı, Bela Bartock’un Romanya Halk Dansları ve Franz Liszt’in piyano sonat’ını yorumlayan sanatçı, aldığı ödüllerle klasik müzik dünyasının yıldız isimleri arasında yer alıyor. Berlin Filarmoni, Bavyera Radyo Senfoni, Münih Filarmoni gibi dünyanın önde gelen orkestraları ile konser veren sanatçının bu dinsel mekandaki performansı biz dinleyicileri mistik, farklı bir boyuta götürdü. Özellikle ikinci bölümde Hélène Grimaud’un, Fransz List’in eserini yorumlaması dakikalarca ayakta alkışlandı.
Beni hem mutlu eden, hem de gururlandıran diğer bir etkinlik ise, CRR’deki Hüseyin Sermet, Gülsin Onay ve Muhiddin Dürrüoğlu’nun üç genç yetenek ile verdiği konserdi. Ece Bozkurt -Hüseyin Sermet ile İraz Yıldız- Muhiddin Dürrüoğluyla, Cem Esen- Gülsin Onay ile birlikte çaldılar. Mozart’tan Schubert’e Lutowski’den, Şostakoviç’e kadar bu zor eserleri çalma cesaretine sahip gençlerin usta sanatçılarla buluşması bence festivalin en başarılı etkinliğiydi. Ailelerine gurur kaynağı olan bu gençlerimizi tebrik ediyor ve ülkemiz adına gelecekte dünyada ses getirecek sanatçılar olmalarını diliyorum.
Ve geçen haftanın son aktivitesi İKSV’nin 40. Yılı için İstanbul’a gelen ünlü topluluk La Fura Dels Baus’un “İstanbul İstanbul” adlı gösterisi oldu. Etkinliği denizden izleme fırsatı bulanlardan birisi olarak kendimi şanslı saydım. Nitekim şovu ayakta izleyen kalabalık zor anlar yaşadı. Bu gösteride büyük bir top içinde gökyüzünde salınan oyuncular, uçan bir at, altmış kişinin birbirine bağlı olduğu insan kulesi (ki bana Galata Kulesi’ni hatırlattı) ve dokuz metrelik dev bir kadın kukla izleyenleri büyüledi.
Aralarında dağcıların, oyuncuların olduğu bu büyük kadroda kimi zaman nefeslerimizi tuttuk, kimi zaman da çığlıklarımıza hakim olamadık. Korku, heyecan, şaşkınlık ve sevinç gibi karmaşık duyguların yaşandığı bu geceyi uzun zaman unutamayacağım gibi geliyor.


print