LONDRA’DA İKİ BÜYÜK İSİM

Londra’ya gelmişken yeni açılan sergileri gezmeden edemedim. Bu hafta sizlere eserlerini çok beğendiğim iki büyük ismin sergilerinden bahsetmek istiyorum.

Amerika’nın çığır açan ikonik sanatçısı Georgia O’Keeffe, Tate Modern’de 100’den fazla çalışmasının yer aldığı bir seçkiyle anılıyor. 20. yüzyılın öncü sanatçılarından bu modernist ressamın, ABD dışında yapılmış en kapsamlı retrospektifi olan sergi, Tanya Barson küratörlüğünde gerçekleşiyor. Sanatseverler, O’Keeffe’in ismini, 2014’teki Sotheby’s müzayedesinde 44.4 milyon dolara satılan “Jimson Weed/White Flower No. 1” isimli çalışmasıyla kırdığı, eseri en pahalıya satılan kadın sanatçı rekorundan duymuşlardır. Amerikan modernizminin kurucuları arasında sayılan bu önemli sanatçının çalışmalarını ben de daha önce Paris’te görme fırsatı bulmuştum. Bu sergide ise, farklı dönem ve teknikten pek çok işinin yanında rekor fiyata alıcı bulan eserini de görmek oldukça heyecan vericiydi. Büyüteç tutulmuşçasına yakından işlediği çiçekler, kurukafa ve çöl betimlemeleriyle tanınan sanatçının, henüz öğretmenken yapılmış erken tarihli resimleri, füzen ve suluboya desenlerindeki biçimselliğin müzik, renk, kompozisyon ve manzara gibi kavramlarla diyaloğu öne çıkıyor. Natürmort temasına kendine has bir yorum getiren O’Keeffe’in, özellikle çiçek formu üzerinden neredeyse soyuta varan sunumunu her zaman çok beğenmişimdir. Sanatçının en temel ilham kaynağı olan doğayla modernist fotoğrafçılığın, üslubuna olan etkilerini inceleyen bu sergiyi  içerik açısından oldukça doyurucu buldum. Fotoğraf sanatçısı olan eşi Alfred Stieglitz ile O’Keeffe’in profesyonel ve kişisel ilişkisi de sanatçının portre ve nü fotoğraflarından bir seçkinin yer aldığı ayrı bir bölümde ele alınmış. Bu sayede Georgia O’Keeffe’in geçtiğimiz yüzyılı etkileyen sanat pratiğinin gelişimi ve aşamalarını takip etmek izleyici açısından daha anlamlı hale gelmiş. Sergi, 30 Ekim’e dek devam ediyor.

2014.35 Georgia O'Keeffe Jimson Weed/White Flower No. 1, 1932 Oil on canvas 48 × 40 in. (121.9 × 101.6 cm) Framed: 53 in. × 44 3/4 in. × 2 1/2 in.Sonraki durağım Royal Academy of Arts ise David Hockney’nin portre serisine yer vermişti. 2012 yılında yine burada izlediğim muhteşem peyzaj eserlerini içeren serginin ardından bu farklı seçkiyi görmek ilgi çekiciydi. Hockney’nin kariyerinin önemli bir bölümünü oluşturan bir janr olarak sayısı 80’i aşan portre resimlerini bir araya getirme fikrini çok beğendiğimi söylemeliyim. Sanatçının geniş çevresi, profesyonel ve kişisel ilişki ağının bir sonucu olarak hayatına giren kişilerin resimleri arasında gezinirken John Baldessari, Larry Gagosian, Frank Gehry, Lord Rothschild gibi tanıdık isimleri görmek çok hoştu. Gözlem ve hayat dolu bir fırçanın ürünü olan bu enerjik eserler, aynı fon rengine ve boyuta sahip olmalarının yanı sıra tüm figürlerin hep aynı sandalyede oturuşuyla da ayrı bir mizansene sahne oluyor. Bu başarılı seçki, İngiliz Pop Art akımının öncü ismi Hockney’nin coşku dolu renk ve üsluptaki resimleri aracılığıyla, adeta Los Angeles sanat dünyasına ışık tutuyor. Pürüzsüz boya yüzeyleri, sert konturlar ve parlak renklerle vurguladığı görüntülerin yerine bu kez kendi yaşamından figürleri yerleştiren David Hockney’nin özgün tasvir anlayışının izini sürmek yine çok keyifliydi. Seyahat planlarınız arasında Londra’ya gitmek varsa 2 Ekim’e dek sürecek bu harika sergiyi kaçırmayın derim.

David Hockney Rita Pynoos, 1st, 2nd March 2014 Acrylic on canvas 121.9 x 91.4 cm (c) David Hockney Photo credit: Richard Schmidt


print