Modern Mimaride Tarihin İzleri

İstanbul Boğazının en hareketli noktasında yer alan Deniz Müzesi geçen hafta açıldı. Bu tarihi şehre, farklı bir güzellik katacağına inandığım ve çağdaş müze örneği olarak nitelendirdiğim binanın mimarlık projesini Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğrul Uçar yapmışlar. İstanbul Boğazına son yıllarda yapılmış yegâne kamu yapısı olan müze insanların buluşacağı, aktif ve çekici bir sosyalleşme merkezi olmaya aday.

Türkiye’nin denizcilik alanında en büyük müzesi, içerdiği koleksiyon çeşitliliği açısından dünyanın sayılı müzelerinden de birisi. 1897 yılında kurulan müzeye girdiğimde yüksek tavanların bulunduğu, çelik konstrüksiyon yapıda kendimi Avrupa müzelerinden birinde dolaşıyor gibi hissettim. Boğazın muhteşem güzelliğini içine alan bu mekanda Osmanlı Donanmalarının başında olan Deniz komutanlarının büstleri birer birer sizi karşılıyorlar. Müzede; saltanat kayıkları, kadırgalar, bahriye kıyafetleri, sancaklar ve haritalar, sandık kapakları, gemi baş figürleri, seyir aletleri, silahlar ve Boğaz manzaralı tablolar yer alıyor. Galeri içindeki sergileme ve dolaşım alanları kişinin rahat ilerlemesini sağlarken, duvarlarda asılı açıklamalar yeterli derecede aydınlatıcıydı.

Mekanın en ilgi çekici eseri, 16.yy’da yapılmış 40 m uzunluğunda ve dünyada orijinal olarak var olan tek kadırgaydı. Yıllarca savaş aracı olarak kullanılan kadırgalar yanında burada ki örneği, padişahın gezi teknesi olarak hizmet vermiş. Muntazam bir simetri ile konumlandırılmış, her biri farklı uzunlukta olan kadırgaların üzerindeki Osmanlı ve Fransız ahşap el işçiliğini gösteren süslemeler bende büyük bir hayranlık uyandırdı.

Salonlar arasında dolaşırken uzaktan gelen çocuk seslerinin öğretmenleri eşliğinde gezen büyük bir öğrenci grubuna ait olduğunu görüyorum ve bu tablo beni çok mutlu ediyor. Bu esnada gözüm duvardaki kağıt üzeri renkli taş baskı bir esere takılıyor. Sultan Abdülaziz’in saltanat kayığının Beylerbeyi Camii’nden dönüşünün resmedildiği bu tablonun, o dönemlerde İstanbul’da yaşamış en ünlü Oryantalist ressamlardan Amadeo Preziosi ’ye ait olduğunu öğrendim. Günümüzde çok büyük fiyatlara satılan Preziosi’nin tablolarını Dolmabahçe ve Topkapı Saraylarında da görmek mümkün.

Kayıklar Galerisi ve Barbaros Hayrettin Paşa sergi salonları Osmanlı Denizciliğinin en güzel örneklerinin sergilendiği bölümler. Barbaros Hayrettin Paşa salonuna vardığımda anıtsal nitelikte iki tane büyük gemi başı beni içeriye davet ediyor. Sultan ikinci Abdülhamit devri gemilerine ait bu varak başlar, salona muazzam bir ihtişam katmışlar. Kırım ve Preveze Deniz Savaşlarının resmedildiği tabloların bulunduğu bölümde gezinirken, ressam Mıgırdiç Melkon’un Boğaz manzaralı tuval üzerine yağlıboya ve ahşap tablosu dikkatimi çekti. Bu tablo inanılmaz el işçiliğinin bir örneği. Müzedeki diğer parçalar ve Osmanlı tablolar o dönem yaşam tarzını anlamamız açısından bizlere rehberlik ediyorlar. Serginin bitiminde Bahriye Nazırının odası ilgimi çeken bir köşeydi. Öyle ki; Osmanlı dönemindeki dekorasyon anlayışının Avrupa ve Çin kültürünün etkileri altında olduğunu gösteriyordu. Örneğin; Fransız yazı masası üzerindeki Osmanlı arması ve Çin porselen vazolar, Batı ve Doğu sentezinin en güzel örnekleriydi.

Mekandan ayrılırken avludaki eski mermer çeşme başları ve kitabelerini görmeden geçemedim. Her zamanki gibi gezimi müzenin hediye dükkânından aldığım birkaç parça ile sonlandırdım. Asya yakasına geçerken Çırağan Oteli önündeki Saltanat Kayığı içinde Arap turistleri görüyorum. Müzik eşliğinde boğaz turu yapan grup, serginin bütününe farklı bir anlam yüklemişti sanki. Beşiktaş’a ve İstanbul’a sanatsal ve kültürel bir katma değer katan Deniz Müzesini tekrar hayata geçirenlere sonsuz teşekkürler.

İstanbul’daki diğer kültürel etkinliklerden birisi ise tiyatro sezonunun açılması. Geçen akşam izlediğim Sırp oyun yazarı Duşan Kovaçeviç (Dušan Kovačević )‘in “ Buluşma Yeri” adlı oyunu beni çok etkiledi. Tiyatro severlere tavsiye edebileceğim bu oyunda; insanlar öldükten sonra gittikleri “Buluşma Yerinde” hayattaki yakınlarının küçük hesaplar peşinde koştuklarını görürler ve yaşarken gerçekleştiremedikleri hayallerini burada gerçekleştirmeye çalışırlar. “Gerçeği ve hayatı anlamak için ölmek mi gerekir” sorusunu sorduran bir hikâye. Tiyatro çıkışında düşündüm ki; yaşarken ne kadar küçük şeylere takılarak hem kendimizi hem de karşımızdakileri üzebiliyoruz. Hayattaki hırslarımızın aslında ne kadar boş olduğunu ve ölüm ile anlamını yitirdiğini anlatan bir oyun. Oyuncuların sergilediği performans ve aralarındaki diyalog çok başarılıydı. Trajikomik olan bu eserin insanlarda farkındalık uyandıran bir yanı var. Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde yer alan bu oyunu ve Denizcilik tarihimize ışık tutan Beşiktaş’taki müzeyi hafta sonu muhakkak görün.


print