ÖLÜME NE İYİ GELİR?

İşleriyle tanıştığımdan itibaren takibe aldığım ve üretimleriyle hep yükselişi devam eden sanatçıları gördükçe hem mutlu oluyor hem de çağdaş sanatımınızın geleceği adına umutlanıyorum. İhsan Oturmak da bu isimlerden biri. Bazı işlerine fuarlardan aşina olsam da kendisiyle geçtiğimiz yıl Kasa Galeri’de gerçekleşen sergisi vasıtasıyla bizzat tanışma fırsatım oldu. Düşünsel altyapısı, bunu yapıtlarına aktarışındaki özgünlüğü ve kendi ağzından dinlediğim sanat pratiğiyle beni çok etkilemişti. O günden beri daha yakın bir şekilde radarımda tuttuğum Oturmak’ın Galata Rum Okulu’nda açılan grup sergisine dahil olduğunu duyunca ilk günden heyecanla izlemeye gittim.

Karavil Contemporaryʼnin düzenlediği; Alp Sime, İhsan Oturmak ve Zeynep Sayın işbirliğiyle ortaya çıkan “Ölüme Ne İyi Gelir?” başlıklı sergi, mekânın tek katında yer almasına rağmen içeriğiyle oldukça doyurucu bir proje. Desen, yağlıboya ve enstalasyon alanlarında rüştünü ispatlamış olan İhsan Oturmak ile yalın ifade dilini siyah beyaz fotoğrafların gücüyle birleştiren Alp Sime’nin işleri birbirleriyle muazzam bir diyalog oluşturuyor. İzleyicinin zihninde derin sorgulamalara önayak olan sergi başlığı, aslında gerçekçi bir yanıtın belki de hiç bir zaman bulunamayacağı, metaforik bir arayışı yanısıtıyor. Cevapsız kalmasına rağmen sorulmaya devam edilmesi gerektiğini, kendilerine has üretim pratikleri üzerinden vurgulayan Sime ve Oturmak, ülkemizin siyasi geçmişinden gündelik ve sosyolojik panoramalara uzanan kapsamlı bir gösterim sunuyor. Mimarinin toplumsal ve bireysel yaşam üzerindeki etkisiyle yakından ilgilenen İhsan Oturmak, tarih boyunca hâkimiyetini sürdürmüş tektipleştirme politikalarını naif bir tavırla eleştiriyor. Bu eleştirisinde yıkıcı bir keskinlikten ziyade sembolik bir anlatımı benimseyen sanatçının işlerinin başarısının altında bu tutum yatıyor bana göre.

Ayrı ayrı odalarda birbiriyle konuşmaya devam eden fotoğraflar ile yağlıboya yapıtlar, ölüm kavramının ürkütücü sınırlarından kaçmadan; onu, toplumsal belleğin merceğinden ele alarak gündelik yaşamın ortasındaki varlığına vurgu yapıyor. Bunu da izleyiciyi sarsarak ya da korku hissiyle yabancılaştırarak değil, iç dünyasına dokunacak imge, sembol ve anlatım biçimleriyle yapıyorlar. Her iki sanatçının işlerindeki bu ahengini bulmuş görsel dil beni çok etkiledi. Sergideki odaları gezerken dikkatimi çeken; duvardan duvara uzanan mimari referanslı yatay cami çizimi ile tam karşısında aynı ölçüde konumlanmış izdüşümü gibi duran secde edenlerin resmedildiği yağlıboya çalışma epey akılda kalıcıydı.

Bir yandan topluma dair inanç sisteminin kaynaklık ettiği davranış ve düşünce biçimlerini bizlere sunarken diğer yandan sosyal katmanların gündelik yaşamdan kopmuş temsilini gözler önüne seren Oturmak’ın damda uyuyanlar temalı odası da oldukça başarılı. Serginin kuşkusuz en özel parçası, girer girmez karşımıza çıkan salonun ortasındaki büyük boyutlu yer enstalasyonu. Oturmak, tuğlalardan meydana getirdiği bu yerleştirmesiyle, en temel insani ihtiyaç olan barınma ve güvenlik beklentisini, ölüm korkusu ve varoluş kaygısı üzerinden zihin açıcı bir şekilde yorumlamış. Mekânın mimari olanaklarını ve dokusunu başarıyla kullanan, biri Diyarbakırlı diğeri New York’tan gelmiş iki sanatçının iletişimini çok beğendiğimi söylemeliyim. Prof. Dr. Zeynep Sayınʼın da ses kaydı ile katıldığı sergiyi, 23 Haziran’a kadar mutlaka görmelisiniz.

 


print