Bedenimiz Ticari Bir Metadır


Yaptığınız provakatif yenilikçi performanslarla Türkiye’nin en cesur kadın sanatçısı olarak tanınıyorsunuz genellikle kadına şiddet, cinsellik, kadının ataerkil toplumlardaki yeri gibi konulara dokunarak farkındalık yaratmaya çalışıyorsunuz. Hem İtalya’da hem Türkiye’de yaşıyorsunuz. Türkiye’de kadının konumu ve Yurtdışındaki yeri ile benzerlik ve farklılıklar var mı? Niye bu konular diye sormak istiyorum.

Ben en çok bildiğim ve beni derinden etkileyen durumlar üzerine yoğunlaşıyorum. Kadın sadece Türkiye’de değil dünyada da henüz ikinci sınıf, ancak ben buraya bu topraklara ait olduğum ve buradan çıktığım için buranın sorunları beni yakından ilgilendiriyor. Burada önemli olan herhangi bir problemi nereden bulduğun değil bu problemi nasıl ifşa ettiğin ve ifşa ettiğin dilde, görsellikte; insanlarda evrensel, diyalektik, heyecan ve düşünce yaratabiliyor musun bunun üzerinde duruyorum. Yani senin işine üretimine bakan bir insan, birdenbire kendisinden bir şey bulabiliyor mu, heyecanlanıp seninle birlikte aynı duyguyu paylaşabiliyor mu ile ilgileniyorum. Herhangi bir yörenin problemini anlatırken evrensele varabiliyor muyum bu önemli. İzleyen için Bruegel’in işine baktığında niye heyecan duyduğu önemli ya da örneğin Piero Della Francesca’nın bir işini görebilmek için seyahat eden insanlar biliyorum. Çünkü bu sanatçılar kendi dönemlerinden çıkarak evrenselliği yakalayabilmişler. Çağdaş sanat artık, her konudan bahsederken evrensel kodları yakalamasıyla önemli. Goya’nın işlerine bakınca zamanında para ile olan evlilikleri hicveden eserler ürettiğini görürüz. Keza Caravaggio toplumsal olarak kabullenmiş kimliklerin yerine asi bir yaklaşımla koyduğu modellerle sorgulayıcı eserler üretmiştir. Bu ve benzeri sanatçılar için söyleyebileceğimiz şey; şayet bu sanatçılar eleştirilme ve yadırganma endişesi ile çalışmış olsalardı, sanat tarihinde edindikleri yere ulaşamazlardı. Sanatçı toplumun önünde olduğu kadar gerektiği yerde karşı olması, karşı duruşu ile de varlığını somutlaştırır.


97 yılında 5. İstanbul Bienalinde yer alan meşhur “Bordello “ videonuz büyük ses getirdi. Video için seçmiş olduğunuz mekan herkes için hala merak konusu. Niye genelevde oldu? Videonuzda kadının alınıp satılması üzerinden metalaştırılması var. Bu video üzerinden çalışmalarınızı değerlendirebilir misiniz?

1997 yılında yaptığım bu çalışma o dönem için küçük gruplar tarafından fark edilmiş işlerdi. Bu çalışmalar ancak 10 sene sonra fark edilip dikkati çekebildiler. Bunlar yapıldığı dönemin şartlarında son derece ağır çalışmalardır. Bana göre Genelev Türkiye’nin “yüksek kaldırımıdır”, bir başka deyişle; Türkiye’nin “oto portresidir”. Benim varlıksal olarak bu mekanlar ile hiçbir problemim olmadığı gibi aslında buraya atfedilen değerler ile problemim var.
Düşünün ki pedafolinin yaygınlaştığı ve mazur gösterilmesi çabası toplumların bir gerçeği.Küçük kız çocuklarının evliliği diye bir cümle pedofiloyu hoşgörür hale getirmiyor mu? Bu noktadan bakınca kimin ahlaklı kimin ahlaksız olduğu gerçeği tartışılır durumda. Ahlak üzerinden yapılan söylemlerde gerçek ile yüzleşme konusunda dürüst olunmadığını düşünüyorum. Fikirlerin kabul görmediği noktada yani; “ahlak algısının farklılık gösterdiği noktada” şiddet görme ihtimali yüksek bir riskte yaşıyor insanlar. Bu çalışmamda gösterdiğim cesaretten çok, yarattığı algı yani farkındalık önemlidir. Bu işin o zaman yapılması insanlarda bir şeyleri harekete geçirmesi adına önemlidir. Ben; “yüksek kaldırım MOMA’dır, modern sanat müzesidir” dedim. Bir ironi var orada. Kara mizahtır, yer değiştirmedir. Sanatçı bir objedir, sanat dünyasına da büyük bir eleştiri var orada. Benim asıl hayalim MOMA’yı bir gün geneleve çevirmektir. Nasıl ki yüksek kaldırımı MOMA’ya çevirdim. MOMA’yı da geneleve çevirmek. O zaman görmek isterim.. Çelişki yok mu diyeceksiniz ama hayat çelişkilerle dolu.

Hamam, Speculum, The Artist gibi çok önemli diğer video çalışmalarınıza da baktığımda aklıma Amerikalı kavramsal sanatçı Barbara Kruger’ın “ Bedenimiz savaş alanıdır “ sözü geliyor. Bu konuda siz ne dersiniz?

Bu konuyu o kadar güzel özetliyor ki; bu yüzyılın sözüdür diyebilirim. Bedenimiz savaş alanıdır ve ben de üstüne diyorum ki; “bedenimiz ticari bir metadır”. Çok dikkat etmek lazım. Bedenimizin bu yüzyıldaki karşılığı ticari bir avm, metaya dönüşmesidir. Kapitalizm bütün vücudumuzun üzerinde gelişmiş. Bedenlerimiz hakkında artık başkaları karar veriyor. Bütün iç organlarımız bile değiştirilebilir. Bugün insanların estetik seçimleri kendilerine ait değil. Dışarıdan yapılan seçimler ve biz istesek de istemesek de köleler gibi buna uymak zorunda bırakılıyoruz. Bir sanatçı içinse beden; anlatım, ifade araçlarından bir tanesidir. En samimisi, en sıcağı ve en zor olanıdır. Çünkü beden deyince bazılarının anladığı gibi görsel estetiğe dayalı performanslardan bahsetmiyoruz. Sanat performansı deyince; bedenin, fikrin ve duyguların emrinde olmasından bahsediyorum. Yani birbirimizi tamamlayabiliyoruz o konuda. Ben bedenimi obje olarak kullanıyorum ama bedeni masa haline dönüştüreceğim gibi bir tanımlama yani salt meta olmasından bahsetmiyorum. Beden deyince duygusal ve düşünsel ilişkilerden yola çıkmak istiyorum. Sadece koreografi olan çalışmalardan bahsetmiyorum ve bunlar benim ilgimi çekmiyor. Senelerdir söylüyorum ki; vücuda zarar vermeye (Otolezyonizm) karşıyım ama bu performans sanatının hatta insanlığın başından beri olan bir şeydir. Gezi de gerektiği için ben de bu yola başvurdum.Karnıma anarşinin A sını jiletle çizdim.

Bu anlamda Marina Abramoviç’in muhteşem bir performansı aklıma geliyor.

60 ‘lı yıllara gelirsek Abramoviç’ten önce çok az bilinen Gina Pane vardır. Kendisi galeride ilk olarak kollarını ve karnını kesmiştir. Sonra Abramoviç ve başkaları gelmiştir.

97’de ben bu performansları yaptığım zaman açıkça yapılan girişimler yoktu. Adını koymadan yapılan şeyler amacına ulaşmaz. Sanat bazen istemeden de bir şeyleri görmeye yol açabilir. Ancak benim işlerim zaten çok direk işler açıklama gerektirmeyen doğrudan söylemi olan çalışmalar. Tercihim de bu doğrultuda.

Merak ettiğim neden hep kadın sanatçılar daha azdır? Mesela 1960’lı yıllarda Guerilla Girls diye bir grup kadın sanatçının “MOMA’ya girmek için çıplak mı olmak gerekiyor “diye bir söylemleri vardır. Niye kadın sanatçıların varlığı bu kadar az?

Bu konu en çok tartışılması gereken konulardan birisidir. Bir panel yapılması gerekir, tartışmaktan zarar gelmez. “sanat tarihine güvenmeyiniz” bazlı birçok iş yaptım ve bunun nedeni de buydu. Avrupa’ya gittim ama orada da kadın sanatçı çok az. Özellikle benim gittiğim dönem de 90’larda bir yabancı ve bir kadın olarak orada bulunmamın zorlukları herkesin rahatlıkla anlayabileceği şeyler değil. O dönemlerde burada çağdaş sanat açısından yapılan çalışmalar şimdiki gibi bienaller falan çok da öne çıkan oluşumlar değildi. Sanatın; batının, beyazların ve erkeklerin elinde olduğunu gördüm. Baktım ki biz yokuz. Evrensel olarak varlığına inandığımız ve hayal ettiğimiz birçok şey bizim için geçerli değil ve tabii çok büyük bir isyan ve öfke oluştu bende. Kadın olmanın yanında Türk olmak, “MAMMALİ TURCHİ” anneciğim Türkler geliyor denilen bir ülkede göçer olmak zordu.

Peki sanatınız bir şekilde oradan besleniyor mu? Roma’da İtalya’da olmanız?

Bu anlamda beslendim tabii. Rönesans’a âşık bir insanım. İnceleme, görme şansım oldu . Fakat okulların ancak çabalarsanız faydası olduğuna inanırım. Çaba yoksa sıfırsınız. Ne durumdasın, kafa yapın nasıl? Evrensel misin? Bu önemli. 94 senesinde İtalya’dan basit gerekçelerle kovuldum ancak 2 sene kimseden destek almadan kaçak olarak yaşadım ve mücadele verdim. Bunu aile desteği veya bursla okuyan insanların anlamaları mümkün değil. İtalya’yı terk etseydim bir daha hiçbir şansım olmazdı.

Peki orada Hz. İsa pozunda yaptığınız çalışma ile ilgili olarak sorun yaşadınız mı?

Cenova’da kişisel sergimde yapmıştım bu çalışmayı ve çok rahatsız oldular tabi. 94’te orada sergilendi, ondan sonra hiç sergilenmedi. Bırakın sergilenmeyi insanlar bunu basamıyorlardı bile.

Daha sonra bir Amerikan müzesi aldı bu eserinizi..

Aldı ama ne zaman aldı, 15 senelik bir süre geçtikten sonra aldılar ancak. Ondan sonra yeniden gündeme geldi bu çalışmam. Benim birçok işim İtalya’da da sansüre uğradı. Jinekoloji masası da bunlardan birisidir. Gazetelerin basamayız dedikleri bir çalışmadır mesela. Orada da sansür var ama bu şu demek değil; orada da varmış diye bizi rahatlatmamalı. Böyle bir şey yok ve bizdeki kadar sansür hiçbir yerde yok tabii. Bunlar matematik gibi hapları olan, formülleri olan durumlar değil.Kendimi İsa’nın yerine koyuşum da hem sanat tarihine bir başkaldırı var hem de ataerki topluma. Başkaldırı ve büyük bir küstahlık var. Burada kadın figürünün Hz. İsa yerine geçmesidir önemli olan. Sanat tarihine baktığınızda erkektir hep figür. Erkek kadına poz verdirmiş , erkek sanatçılardır önde olan. Nasıl ki onlar yüzyıllardır erkeklere bu pozu verdirmişler ben de kadın sanatçı olarak bu pozu verdirm ama kendime. Bir sanatçının autoportresi. Aslında orada mühim bir ayrıntı var ve bu gözden kaçar; genelde Hz. İsa hep yukarıya bakar oysa ben direk izleyene bakıyorum doğrudan onu suçluyorum. Ben buradayım ama sen suçlusun!

Ana erkil dönemde ay’ın anlamı tanrıça demektir. Ataerkil dönemden önce kadın tanrıçalar vardı. Öze dönmek, kadınların tüketim değil de gerçekten yaratma konusunda sadece doğurgan olarak algılanmamalı. Kadın başka yaratıcılıklarının farkına varsa daha iyi olur. Erkekler kadınlara sadece doğurganlık misyonunu yükleme gayreti içine giriyorlar. Kadınların çoğunlukta olduğu meclislerde bu kadar yoz, bu kadar saçma yanlışların yapılmayacağını düşünüyorum. Ben kadın iktidarı derken eski feminizmden yana da değilim. Bilinçli bir iktidardan bahsediyorum. Yaratıcı kadın yani “art-ist”ten bahsediyorum. Çok ilginçtir ki 2010 yılında ölüm tehditleri aldığımda bu iş yine bir yerlerde sergileniyordu. Bir yerlerde çarmıhtaydım ve beni bir yerlerde öteki anlamda da çarmıha koymuşlardı. Çünkü hedef haline gelmiştim. Hep çarmıhtayım ve dramatik olmaktan korkmuyorum. Çünkü ironik bir yönüm de var. Mardin’deki düğün olayı var. Bütün köy halkı ile yaptığım bir performans. Bu tek başıma yaptığım bir şey değildi, oradaki aydınlar ile diyalog halinde yaptım. O yüzden bence çok daha keyifli oldu. O insanlara önemli bir sanatsal öneri ile gittim ve buna kendi istekleri ile zorlama olmadan dahil oldular. Tabii ki hemen 3 kadın ile evlenmeyi bırakacak değiller, ancak gündeme gelmesi ve farkındalık yaratmak önemliydi. Bir şeylerin değişmesi için halk anlamaz tavrından vazgeçilmesi gerekiyor. Müzelerde bir şeyler yapmak hoşuma gidiyor ama insanlar ile birlikte yaptığım interaktif çalışmaları daha da anlamlı buluyorum.


Türkiye’de kadına şiddet ve cinayetlerin artışı ile ilgili olarak ve kadın –erkek eşitliği ile son dönemlerde okuduğum makalelerden yola çıkarak ki; kadın erkek eşitliğinde Türkiye 134 ülke arasında 126. Sırada. Sormak istiyorum bu olayların birincil nedenleri nedir sizce?

Eğitim çok soyut bir laf oluyor bu noktada. Kadın, artık herhangi birisinin kullanabileceği obje haline geldi. Maalesef insanlar nedenlerinden çok sonuçlarına bakar oldu. Basit gündelik nedenlerin ileri sürüldüğü bu olaylarda medyanın sunuş şeklinde ciddi hatalar var.

Erkeğe atfedilen iktidar alanı, siyasi yaklaşımlar, eğitim maalesef nedenlerden bir kaçı. Kadını baskı altına almak demek toplumun büyük bir bölümünü elinde tutmak demek ve bu aslında ana nedenlerin de başında geliyor diyebilirim.

Kendinizi iki kelime ile nasıl tarif edersiniz?

Tek kelime:Sanatçı.

Yeni çalışmalarınız var mı?

“Bir Sanatçının linçi” diye bir performans yaptım 3 Haziran’da Chicago’da. Henüz burada gösterilmedi. Ancak eski çalışmalarımdan henüz kurtulamadı insanlar ve demek ki bunların henüz konuşulmaya ihtiyacı var. Belki 5 sene sonra bu yeni çalışmamı konuşuruz bilemiyorum. Sanatçıların Türkiye’deki linçini gördükten sonra bu durum üzerine yapmak istediğim bir performanstı ve ağır bir performanstır benim için.

Sizin en çok etkilendiğiniz kadın sanatçılar hangileridir?

Frida Kahlo, George Sand, Marina Abramoviç, Gina Pane,Claudel Camille, Sylvia Plath gibi yazar ve sanatçılar beni çok etkilemiştir. Mesela Rönesans’ta kadın sanatçılardan bahsedemiyor olmak üzücü. Plastik sanatlar alanında, geçmişten beri üzerine çok konuşulması gereken nedenlerden ötürü yok denecek kadar az sayıdalar tabii ki.


print