BU GÜZELLİĞİ GÖRMEMEK İÇİN KÖR OLMAK GEREKİR

Türk Çağdaş Sanat piyasasında yıldızı parlayan genç kadın sanatçılardan 1984 doğumlu, hem Rum hem Ermeni kökenli sanatçı Hera Büyüktaşçıyan ile Galeri Mana’da açılacak olan yeni sergisi üzerine konuştuk. Tarihe olan yoğun ilgisinin yanında çok başarılı bir hikaye anlatımcısı da olan sanatçı bu sergisinde bellek, mekan ve zaman ilişkilerine odaklanıyor.

BÇ:  Serginin ismi “Körler Ülkesinin Karşısında” neden bu başlığı seçtin?

HB: Sergi ismini esasında İstanbul’un keşfine dair bir efsaneden alıyor. Bu efsaneye göre Delfi tapınağı kahini dönemin kolonilerinden birinin kralı olan Megaralı Byzas‘a bir kehanette bulunur. Buna göre ‘’körler ülkesinin karşısına git, yerleş insanlık seni yüzyıllar boyu anacaktır.’’ der. Bunun üzerine iki yıl boyunca körler ülkesinin karşısını arayan Byzas, sonunda Khalkedon yani Kadıköy’e ulaşır. Çevresine bakındıktan sonra arkasını dönüp baktığında gördüğü güzellik karşısında hayran kalır ve bulunduğu yerin karşısı olan şimdiki Sarayburnu için ‘’bu güzelliği görmemek için kör olmak gerekir’’ der ve karşı kıyıya yerleşir. Bu efsanenin ilk duyduğum günden bu yana benim için en ilgi çekici ve önemli olan kısım, ötedekini görme eylemi. Bu anlamda sergi bu hikayenin dışında birçok katmanlı hikaye ve galerinin bulunduğu bölgeden yola çıkarak tarihsel bağlantıları olan işlerden oluşmakta. Galeri bulunduğu topografik konum bakımından geçmişten bugüne bir liman kenti olma özelliğine sahip ve buna bağlı olarak, özellikle Bizans ve sonraları Osmanlı döneminde Ceneviz ve Venedikliler için de önemli bir ticari alan halinde. Bu açıdan kente dair birçok değerin suyolu ile taşındığı da bir alan aslında. Sergi, kısacası görünmez olanı görmeye ve belleğimizle bağlantıya geçebilecek çeşitli görme araçları dediğim işler ile bir hikaye oluşturuyor. Üst katta bir su dinginliğinde hareket eden bir iskele yerleştirmesi, mini balkonlar ve bölgenin Venedik ile olan geçmişi ile bağlantılı bir yerleştirme var. İskelenin hemen önünde bulunan balkon kapısının ötesinde binanın kendi balkonu vapur halatları ile sarılı ve bu halat alt kata doğru süzülerek üst kat ile alt katı birbirine bağlıyor. Alt katın penceresinden içeri giren halat içeride bir seviyeden sonra ağırlaşarak bronz bir halata döüşüyor ve sonunda daha önceki katılmış olduğum ”Yansıma üzerine düşünceler” sergisinde kullandığım su ile dolu bir alana doğru ilerliyor. Bu alan esasında binanın itina var olan sarnıçın bir yansıması. Üst katta iskele olduğundan alt kat doğal olarak hayali bir su altına dönüşüyor. O nedenle alt kattaki işler malzeme bakımından da daha ağır. Bunlardan bir diğeri ise dibe çökmüş etkisi veren demir bir balkon. Bütüne bakacak olursak alt kat bilinç altı gibi oluyor. Üst kat ise daha çok balkon, iskele vs gibi elemanlar ile su altında olanlar gibi daha nice görünmez olan şeyi düşündürtüyor. Neticede balkon ve iskele, insanların bakışını odakladıkları ve sonraları düşüncelere dalarak belleklerine bağlandıkları elemanlar gerçek hayatta da.

BÇ:  Galata Rum Okulu’nda düzenlenen “İmge ve Ötesi” adlı serginin küratörlüğünü yaptın. Nasıl bir tecrübe oldu bu senin için?

HB: ”İmge ve Ötesi Domenikos Theotokopoulos” El Greco’nun 400. ölüm yıl dönümü dolayısı ile sanatçının bilinmeyen ikonograf kimliğine odaklanan ve bunun ile birlikte genel olarak sadece kilisede yer alan objeler olarak algılanan ikonanın özüne inen enformatif bir araştırma bazlı sergi. İkona nedir, ikonaların görünmez sanatçıları olan ikonograflar kimlerdir? El Greco  olarak anılan ancak gerçek ismi Domenikos Theotokopoulos olan Giritli sanatçının ressam olmadan önce Girit’ten Venedik’e gittiği dönemde, özellikle Konstantinopolis ve Girit’ten Venedik’e göç etmiş olan ikona sanatçılarından ikona öğrendiği döneme ve o dönemde üretmiş olduğu ikonalara odaklanan bölümlerden oluşan bir sergi. Bunların dışında sergide izleyicinin ikonaların dünyasını hissetmesini sağlayacak çeşitli deneyim alanları ve yerleştirmeler de mevcut. Bunlardan biri Nikos Kazancakis’in El Greco’ya mektuplar isimli kitabından Yunanca ve Türkçe olarak alıntılanan bölümlerinin seslendirildiği ve Kazancakis Vakfından izinle alınan bir fotoğrafın bulunduğu oda, alt kattaki perdeli büyük geçiş kapılarının ardında bulunan ve serginin akademik danışmanı olan Prof. Dr. Eva Şarlak’ın araştırmaları sürecinde çektiği İstanbul’da bulunan kiliselerdeki tüm ikona arşivinin vitraya dönüştüğü oda bunlardan bazıları. Galata Rum Okulu’nun kendi bünyesinde düzenlediği ilk araştırma bazlı sergi olması bakımından ve bir okul olma özelliğinden yola çıkarak eğitici bir sergi ile buna başlaması çok değerli. Bunun dışında bir diğer değerli bulduğum şeylerden biri aynı zamanda serginin içeriğini Prof. Dr.Eva Şarlak’ın  öğrencileri olan Selen Erken, Cnau Kuman, Ruhiye Onurel ve Adil Öztürk’ün oluşturması ve bu anlamda bu tip bir çalışmada gençlerin de bir sergi  sürecine dahil edilmesi .

BÇ:  Londra’daki Delfiana Foundation tarafından bir residance programına davet edildin. Sana nasıl ulaştılar?

HB: Delfina Foundation genel olarak üretimini desteklemek istediği sanatçıları davet eden bir kurum. Bu anlamda benim de çalışmalarımı bir süredir takip ediyorlardı ve geçtiğimiz ay, Temmuz-Eylül dönemi için misafir sanatçı programına davet edildim.

BÇ:  Yurt dışı projeler ve sergi planları var mı?

HB: Evet var. Polonya, Bialystok’ta Galerie Arsenale’de ”Oxymoron Normality” isimli bir grup sergisinde ve Haziran (araştırma süreci), Ekim’de Jerusalem Show’da yer alacağım.

 


print