MARC QUINN ”AKLIN UYKUSU “

Dünya Çağdaş sanatının aykırı işlere imza atan isimlerinden birisi olan İngiliz sanatçı Marc Quinn ile ARTER’de açacağı “ Aklın Uykusu” adlı sergisinden önce Londra’daki atölyesinde söyleştik.

Serginizin başlığı Goya’nın” Aklın Uykusu canavarlar üretir” (The sleep of Reason Produces Monsters.)adlı gravüründen esinleniyor. Burada Goya yönetici kastın birçok üyesinin bilgisizliğinden, cehaletinden ve mantığı reddedişlerinden bahsediyor. Bunun üzerindeki yorumunuz nedir bunu biraz açabilir misiniz?

Bana göre günümüzde dünyayı tanımlayan şeylerden birisi değişim, dönüşüm ve bazen de şiddet. Örneğin; Ortadoğu, İngiltere, Yunanistan ve çok yakın zamanda Ukrayna’da gerçekleşen olayları toplumların bilinçaltının kendini göstermeye başlaması olarak görüyorum.

İstanbul’daki ilk solo şovunuz nasıl hissediyorsunuz, yeni işler mi göstereceksiniz?

Canlı ve enerjik kültürü ile Türkiye bence çok önemli ve ilginç bir ülke. Sergide;İstanbul’da geçen Haziran’dan beri “ Gezi Parkı” ile süregelen direniş hareketleri ve dünyanın diğer bölgelerinde meydana gelen isyanları gösteren halıların olduğu yeni işlerin yanı sıra, “The Creation of History” serisinde yer alan büyük Bonzai ağacı ve Held by Desire ( Suqaure root)serisi gibi daha önce sergilenmiş birçok eser yer alacak. Bu noktada benim merak ettiğim bu kültürün benim işlerimde nasıl bir karşılık bulacağı.

Birkaç sene evvel Londra’daki stüdyonuzu ziyaret ettiğimde sergi hazırlığınız vardı. Sakat, kolu ya da bacağı olmayan ve farklı cinsiyetlerden olan insanların mermer heykellerini görmüştüm. İnsan vücudu ile mi ilgileniyorsunuz?

Evet. İnsanlara ilgim her zaman var. Birbirlerini nasıl etkiledikleri ya da etkilendikleri ve yaşadıkları dünya ile nasıl etkileşim kurdukları ilgimi çekiyor. İnsanların ilk iletişime geçtikleri dış dünya unsurunun kendi bedenleri olması beni ilgilendiriyor. Ve ikinci aşamada başkalarının bütün farklı vücut yapıları beni ilgilendiriyor. Mükemmel olanlar ile birlikte mükemmel olmayan veya farklı olarak algıladıklarımız da.

“Self” gördüğüm en güzel ve farklı çalışmaydı. Kendi kanınızı kullandığınız, kendi büstünüz.. Bu eserin var olma ile ilgili bir yanı olduğunu düşünüyorum sizce?

“Self “ otoportre kavramının en aşırı uca çekilmiş halidir. Sırf bana benzeyen bir modelleme değildir. Aynı zamanda vücudumdan bir materyal ile benim kanımla üretilmiştir. Hayat destek ünitesine bağlı bir sanat eseridir o. Bizim gibi topluma ve alt yapıya varlığına devam etmek için ihtiyacı var ve özel soğutucu kutuda tutulan bu eserin bu bağlantısını kesersen büst bir kan gölüne dönüşecektir.

Bilim ve sanat ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Sanatın ve bilimin özellikle biyolojik bilimlerin bu dönemde benzer şeylerle ilgilendiğini düşünüyorum, Nereden geldiğimiz, kim olduğumuz ve nereye doğru gidiyor olduğumuz sorunsalları gibi ki bunlar sanat felsefesinin temel sorunsallarıdır. Fark şu; bilim cevapları keşfetmeye çalışır, sanat ise soruları keşfetmeye çalışıyor.

Çiçekler çalışmalarınızın sabit bir teması. Bunun için nereden yola çıktınız?

Doğaya olan ilgim büyük. Çiçeklerde benim ilgimi çeken çok güzel, olağan dışı ve muhteşem olmaları. Ve çok kısa süren, yaşam döngüsünü içinde barındıran yaşayan heykeller olmalardır. Çiçek resimlerimde normalde Londra’da bir çiçek pazarından bulabileceğim çiçekleri çizerek doğal olanla insanın isteklerine boyun eğdirilmiş halini tartmaya çalışıyorum. Bütün bu çiçekler hepsi beraber aynı dönemde İngiliz hava şartlarında var olamazlar. Ama var olabiliyorlar çünkü dünyanın birçok yerinden bizim kendi isteklerimizi karşılamak için getiriliyorlar.

Kate Moss ile bir sürü çalışmalarınız var neden o?

Kate Moss’un 2006’da 7 heykelini yaptım. Handikaplı insanların, farklı olarak algılanan vücutların heykellerini yaptıktan sonra, genel kanı ve kültürel olarak güzel insan olarak yaratılan birisini araştırmak istedim. Kate’in bu konseptin vücut bulmuş hali olduğunu düşünüyorum. Bana göre Kate bu konsepte çok uydu. Bunlar Kate Moss’un heykelleri değil, bunlar Kate Moss’un kültürel halüsinasyon halidir. Magazin fotoğraflarında yaşayan Kate Moss’un, Londra’da yaşayanın değil.

“IRIS” göz tablolarınız iç ve dış dünyayı mı tasvir eder?

Göz, dışarı dünya ile kendi içimizdeki dünya arasındaki bir kapı. Her insanda “iris” tektir. Herkesin “irisi” farklı. “İris” insanın kimliği yerine de geçiyor. Öyle ki; Göz taramalarında olduğu gibi insanları kontrol etmek ve sınıflandırmak için de kullanılıyor.

Son zamanlarda iris üzerine haritalar koyuyorsunuz. Bu konuda bizi biraz aydınlatabilir misiniz?

Son zamanlarda İris resimleri üzerine harita katmanı yerleştiriyorum. Bunu yapmamın sebebi 24 saat haberlerin sürekli bize bilgi olarak aktarılıyor olması ve beynimizde sürekli gittiğimiz her yere bunları paranoyak bir şekilde taşıyor olmamız.

Çoğu eserlerinizde teknolojiyi çok sık kullandığınızı görüyorum. Örneğin 2013 senesinde Mary Boone Galeri New York’da “All The Time in The World “sergisinde gördüğüm deniz kabuklarında da kullandığınızı hatırlıyorum?

Evet. Farklı medyaları kullanmayı seviyorum. Çünkü farklı fikirlerin, kendilerini farklı materyaller ile farklı şekillerde dışa vurulması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle sanatçı olarak yaptığım şeyden zevk almak zorundayım ve farklı şeyler yapmalıyım ki iyi eserler ortaya çıksın. Son zamanlarda 3 D tarama cihazı kullanıyorum. 3 D tarama araçları bence heykel için bir devrim niteliğindendir. Fotoğrafın resim için 100 sene önceki devrimine benzer.

Atölyenizde dolaşırken Sarah Lucas’ın harika bir eserini görüyorum. Sanat eseri topluyor musunuz?

Evet. Sanat eseri edinmeyi seviyorum.


print