DÜNYA MÜZELERİNDEN İSLAM SANATINA BÜYÜK İLGİ

Amerika’da yaşanan ve sadece askerleri değil, sivilleri de hedef alan “11 Eylül” terör saldırıları dünyanın Orta Doğu’ya bakışını hiç kuşkusuz değiştirdi. Amerikan halkının toplumsal psikolojisini derinden etkileyen bu talihsiz olaydan sonra “politika, din, ırk, cinsiyet, doğu-batı” gibi sözcükler insanlar için farklı şeyler ifade etmeye başladı. Yaşanan vahim olay; insanların bilinçaltını derinden etkiledi ve Amerika ile İngiltere’nin “terörle savaş” sloganı kültürel ideolojileri tekrar tanımladı, böylelikle tüm dünyada  “İslam fobisini” başlattı.

Son zamanlarda Avrupa ve Amerika’da düzenlenen ve İslam sanatını konu alan sergilerin; batılı toplumların, hakkında fazla bilgi sahibi olmadığı Müslümanlık dininin tarihini ve kültürünü daha iyi anlamaları açısından atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyorum.

Haziran ayında Los Angeles Müzesi’nde gördüğüm “Günümüzde İslam Sanatı” “Orta Doğu’da Çağdaş Sanat” sergisi dünyanın dört bir tarafından gelen sanatseverlerin ilgi odağı oldu. Neon, dijital imajlı eserlerin, fotoğrafların ve yerleştirmelerin bulunduğu politik içerikli eserler, adeta eski İslam Tarihi ile aynı DNA’yı paylaşıyor gibiydiler.

İzleyenleri karşılayan ilk eser Sudi sanatçı Nasser Al Salem’in “God is Alive, He Shall Not Die” adlı mavi neon ışıklı kutusuydu. Aynı zamanda kaligrafi sanatçısı olan Nasser Arap alfabesi ile yazılmış bu eserde insanoğlunun anlamakta zorlandığı varoluş, “sonsuzluk” kavramını araştırıyor ve devamlı olarak da Yaradan’ın her yerde olma anlayışına dikkat çekmek istiyor. Kanımca eserin estetik görselliğinin yanı sıra içerdiği ve vermek istediği mesaj da bir o kadar önemli.

Hemen yanında İranlı sanatçı Arash Hanaei’nin çalışması da yine yeşil renkli neonla çalışılmış ve aynı konuyu ele alıyordu. Serginin genel konsepti ise Orta Doğu’da kadının yeri temasını ön planda tutuyor. Faslı sanatçı Lalla Essaydi’nin “Reclining Odalisque” adlı üç adet kromojenik baskı eseri kadın bedeninin temsilcilikleri ile “İslami Hat” sanatını birleştiren bir yapıt. Yatan bir kadın figürü üzerine Arap Alfabesi ile yazılmış yazılar, Arap kadın kimliğinin karmaşık gerçeğini tasvir ediyor. Sanatçının bu eşsiz bakış açısıyla batı resim geleneğine uygun oryantalist bir mitolojiyi yakalamış olması da gözümden kaçmadı. Sergide yer alan diğer önemli sanatçılardan biri Manal Al-Dowayan’ın “Courge” adlı eseri de çağdaş Sudi Arabistan kadınının toplumdaki yerini ve rolünü sorguluyor.  Sanatçı, tutucu bir toplumda yaşayan bu kadınların, kadın haklarını ve içinde bulundukları politik sorunları feminist bir bakış açısı ile ele almış. Manal İslam kültüründe kadına yapılan adaletsizliği, sanat yolu ile dünyaya gösteren önemli sanatçılardan. En sevdiğim kadın sanatçılardan biri olan İran asıllı, fotoğrafçı, özellikle “Women of Allah” sersindeki kadın – silah ve Arapça kaligrafi kullanımıyla tanınan Sihrin Neshat’ın eseri de oldukça çarpıcıydı. Bu yapıt, kadını hem birey hem sınıfsal statü içindeki kadın olarak iki farklı yönden inceleyen bir eserdi.

Yine sergide yer alan önemli sanatçılardan Filistin kökenli Lübnanlı, video, enstalasyon ve performans sanatçısı Mona Hatoum’un “Prayer Mat” adlı yerleştirmesi oldukça çarpıcıydı. Bu çalışma halılar serisinden sanatçının İstanbul Bienali (1995) için ürettiği bir yapıt. İlk görüşte Kapalı Çarşı’dan bir halı gibi algıladığım, daha yakına geldiğimde ise eserin aslında nikel ve pirinç kaplama, kanvas üzerine uygulanmış toplu iğnelerden meydan gelmiş olduğunu fark ettim. Ortasına yerleştirilmiş pusula Mekke’ye doğru ayarlanmıştı. Dini referansların yanı sıra şiirsel yönü de oldukça kuvvetli olan bir eserdi bu. Hatoum’un seçtiği her malzeme adeta izleyenin algısı ve hisleri ile oynar gibidir. Sanatçı bu eseriyle, minimalist bir sanatsal dil ile derin, insani konuları ele alan, kaotik çağdaş bir dünyayı tasvir ediyor.

Müzenin diğer katlarında yer alan kalıcı sergide ise Amerikan sanatının önemli isimlerinden Carl Andre, Robert Motherwell, Mark Rothko, Clyfford Still, Andy Warhol, Giacometti, Shapiro ve George Segal gibi usta sanatçıların eserlerine yer veriliyordu.

Harika bir sergi izlemenin büyük keyfi ile LACMA’yı terk ederken müzenin bahçesindeki heykel sergisi dikkatimi çekiyor. Auguste Rodin’e ait heykel bahçesi tüm görkemiyle gördüğüm onca sanat eserinden sonra günüme son noktayı koymuştu. Sadece sanat tarihi kitaplarında rastlayabileceğim, bu çok özel, bronz heykeller sadece benim değil tüm sanatseverlerin yoğun ilgisi altındaydı. Örneğin; ustanın “The Prodigal Son”, “Orpheus”, “Eve”, “The Shade” adlı eserleri yakından görebilmek beni çok heyecanlandırdı. Müze girişinde yer alan diğer bir güzel yerleştirme de Chris Burden imzalı yirmi adet demir sokak lambasından oluşan “Urban Light” isimli eserdi. Amerikalı heykel sanatçısı Alexander Calder’in renkli kinetik heykellerinin bulunduğu havuzlu bahçede kahvemi yudumlarken düşündüm ki Los Angeles Müze’si koleksiyonuna kattığı bu Orta Doğu sanatçılarının eserleri ile müzeye gerçek bir çağdaş çehre kazandırmış.

 

 


print