İSTANBUL MODERN YAZ BOYUNCA “ÇOK SESLİ”

Bu hafta, 27 Kasım tarihinde sona erecek olan, küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu ve Çelenk Bafra’nın yaptığı, farklı kuşak ve farklı disiplinlerden gelen 17 sanatçının eserlerinden oluşan İstanbul Moden Sanat Müze’sindeki “Çok Sesli” isimli sergiden birkaç esere yer vermek istiyorum.

Sergide, Semiha Berksoy’a ayrılan odada, sanatçının çok sesli sanat yaşamını özetleyen bir biyografi duvarı opera üzerine yaptığı altı yağlıboya resimle birlikte sunuluyor. Sanatçının 1975-1987 yılları arasında ürettiği resimler adlarını ve esin kaynaklarını Beethoven’ın Fidelio, Strauss’un Salome ve Ariadne auf Naxos, Wagner’in Nibelungen’in Yüzüğü ve Puccini’nin La Tosca’sı gibi dünyanın en prestijli salonlarında Berksoy’un bizatihi yorumladığı opera tarihinin başyapıtlarından alıyor.

Hussein Chalayan’ın “Üzgünüm Leyla” adlı yapıtı ile müziğe kültürel bir form gibi bakarak ünlü pop şarkıcısı Sertab Erener’in heykeline ve ses-görüntü kayıtlarına yer veriyor. Şarkıcı, ondan dinlemeye çok da alışkın olmadığımız şekilde klasik Türk müziğinin önemli örneklerinden “Üzgünüm Leyla”yı orkestra eşliğinde yorumluyor. Parçanın bir ilahi gibi yavaş ve hüzünlü başlayıp sonradan adeta oyun havasına ya da şen bir türküye dönüşen ilginç yapısı ile ironi ve çelişkiyi yerleştirmedeki diğer unsurlarla da vurgulayarak artırıyor ve bu yolla kimlik ve kültür kavramlarının dinamiklerini irdeliyor. Geleneksel enstrümanların olduğu bir orkestrayla böylesi alaturka bir parçayı yorumlayan Erener’in üzerinde ise Çağlayan tasarımı, son derece modern bir kıyafet görüyoruz.

Ergin Çavuşoğlu ve Konstantin Bojanovun iş birliği ile hazırlanmış ‘‘Quintet Without Borders”, kültürel kimlikle kurulan ilişkide müziğin rolünü irdeleyen bir proje. İstanbul’dan beş Roman müzisyen, Keşanlı klarnet virtüözü Selim Sesler yönetiminde bir araya geliyor. Proje için müzisyenler kendi geleneksel repertuarlarından birkaç parça icra etmek ve kişisel olarak parçaların içindeki kendi bölümlerini çalmak için Keşan ve çevresinde müziklerinin en iyi tınlayacağı “ideal” yeri kendileri belirliyorlar. Eski bir tuğla fabrikası, sahilde unutulmuş bir salıncak, kasabanın hemen dışındaki ormanlık arazi, 18. yüzyıldan kalma bir ev kalıntısı, bir güvercin kümesi ve bir evin küçük yatak odası çekim için seçilen mekânlar. Sonuçta, farklı müzisyen ve müzik aletleriyle, farklı mekânlarda icra edilmelerine rağmen; Türk, Yunan, Yahudi, Arap, Bulgar, Roman, Ermeni ve daha pek çok farklı müzik türü ve geleneğini adeta aynı odada çalan bir ‘‘quintet’’, yani beş çalgılı ve çok sesli bir parça etkisi ortaya çıkıyor. Şiirsel bir yorumlama olarak tarif edebileceğimiz bu yapıt; kimlik, kültür ve sınırlar gibi kavramları zaman, çevresel ve işitsel algılarla oynayarak müzik kanalıyla tartışmaya açıyor.

Ferhat Özgür, ‘‘I Can Sing’’ (Şarkı Söyleyebilirim) adlı videsunda “Hallelujah”Leonard Cohen’e ait, üç yüzden fazla farklı yorumu bulunan bu parça ile modernleşmeyle geleneksel yaşam, İslam kimliğiyle batı kültürü arasında kalmış bir ülkedeki bireyin yüzleşmeye çalıştığı durumu anlamlandırmaya çalışıyor. Hristiyan kültüründeki referanslarının yanı sıra, ‘‘Hallelujah’’ batı toplumunda uzun süredir beklenen bir şeyin gerçekleşmesi karşısında duyulan mutluluk ve minneti ifade etmek için kullanılan gündelik bir ünlemdir. Videoda; kadın görüntüsüyle erkek sesi, geleneksel kıyafetlerle batı popüler müziği arasındaki ironi gibi; kent özelinden genel bir değişime karşı matem ile sevinç, onaylama ile direniş arasında gidip gelen ikili bir his sunuluyor. Kadın, muhafazakar bir bakışla isyan mı etmekte yoksa Batı’nın etkilerine şükran mı sunmaktadır? ‘‘Hallelujah’’da etkili olan gospel ve benzeri Batı müziği örneklerindeki majör perdeleri ile Türk müziğine has minör tonlar arasında kalan kadın hangi tanrıya nasıl bir tonda yakarmaktadır?

Hale Tenger’in gerçek ile yanılsama arasında sıkışıp kalan bireyin ikilemlerini görüntü ve müzisyen Serdar Ateşer’in bestelediği sesleri kullanarak vurguladığı “Deniz Üzerinde Balonlar” isimli yerleştirmesinde, Türkiye’deki sahil kasabalarından tanıdık bir oyunu görüyoruz. Boş vakit geçirmek ve eğlenmek için oynanan oyunda hedef, suda yan yana birbirine bağlı duran balonları havalı tüfekle vurmaktır. Denizin üzerine düzenli bir şekilde, tek sıra dizilen renkli balonlar verdikleri hafif, neşeli ve uçucu hissin yanı sıra sudaki yansımaları, dalgalar ve rüzgarla oluşan ileri geri salınımlarıyla göz alıcı bir görsellik sunuyor. Yapıt; görüntü ile ses, gerçek ile yanılsama ya da kendi iç dünyasıyla siyasal gerçeklik arasında sıkışıp kalan bireyin ikilemlerine ve karışık hislerine işaret ediyor.

 

 


print