DUVARLARIN DİLİ EVRENSELDİR

Güneşli günler yavaş yavaş sona ererken sokaklardan ayrılmak da zor geliyor insana. Tam da yaz bitiminde sokakları iç mekana taşıyan Pera Müzesi “Duvarların Dili” sergisi ile Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyor. Son yılların sanat gündemindeki en popüler konulardan biri olan “Graffiti ve Sokak Sanatı” Amerika ve Avrupa’da daha önce yalnızca birkaç örneği düzenlenen sergi ile “graffiti”yi “sokaktan müzeye” taşıyarak bizlere ilginç bir sergi deneyimi sunuyor.
Öncelikle grafiti ve sokak sanatının geçmişi ve kavramından bahsetmekte fayda var. 70’lı yıllar Amerika’sında farklı bölgelerden yeraltı guruplarının çatışmak yerine kendi alanlarını belirlemek amacıyla duvarlara attıkları imzalar sayesinde doğmuş olan bu kültür, dolaysız yoldan sunulan politik bir ifade formunun yanı sıra özgür bir yaşam tarzı. Amerika’dan sonra günümüzde Stencil konusunda pek çok önemli isimlerin yer aldığı Avrupa’da sokak sanatı 2. Dünya Savaşı’ ndan sonra Berlin Duvarı’na işlenen protesto yazıları ile ilk tohumlarını atmıştı. Söz konusu özgürlük olunca dünya çapına da hızlıca yayılmış olan bu sanat hareketi dünyanın pek çok yerinde insanların, fikirlerini özgürce paylaşabilecekleri bir platform, ortak bir dil oluşturuyor. Kamusal alanları kullanan sanatçılar alışık olduğumuz sanat izleme pratiği yerine daha geniş kitlere ulaşabilecekleri sokakları tercih ediyorlar. İşte bu noktada sokaklar sınıf ayırmaksızın herkesi kucaklıyor.
Graffiti ve sokak sanatı kendi kuralları, farklı stilleri ve tarzı olan bir disiplin olmakla beraber günümüzde kendi içinde ticari bir sektöre de dönüşmüştür. Sokak sanatçıları kendi tasarımlarını yaymak için ülkeler arasında seyahat edip kendi eserleri ile faklı ülkelerde farklı kentlere unutulmaz, yok olmaz izler bırakmayı hedeflerler. İmzaları görünen, tarzları bilinen sokak sanatçıların eserleri gün geçtikçe medya, reklam, sanat dünyası ve hatta politikanın bile dikkatini kazanmayı başarıyor. Buna güzel bir örnek olarak; Amerika Birleşik Devletleri başkanı Barack Obama’nın 2008 yılı başkanlık seçimi kampanyasının sembolü olan Hope – Umut posteri, ünlü sokak sanatçısı Shepard Fairey tarafından tasarlanmıştı. Eserleri Los Angeles County Museum of Art, National Portrait Gallery, Victoria and Albert Museum ,MOMA kolleksiyonlarında yer alan sanatçı, “Umut” posteri ile daha da popülerleşmiş olsa da 90’lardan bu yana sevilen, bilinen bir sokak sanatçısı.
90’lı yıllardan sonra Türkiye de sokak sanatı ile uluslararası arenada önemli bir yer edinmiştir. Çağdaş sanat tarihinde zengin bir geçmişi olan bu sanat hareketi “Duvarların Dili” sergisi ile bu kültürden güzel bir seçki sunuyor. Roxane Ayral küratörlüğünde gerçekleşen, Amerika, Almanya, Fransa, Japonya gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye’den de olmak üzere 20’den fazla sanatçının konuk olduğu sergi ile sokağın dinamiklerini, farklı stilleri ve estetik kavramları bira arada sunuyor. Sergide farklı jenerasyon ve disiplinlerden göreceğimiz isimlerden Futura, Carlos Mare, Cope 2, Turbo, Wyne, JonOne, Tilt, Mist, Psyckoze, Craig Costello (aka KR), Herakut, Logan Hicks, C215, Suiko, Evol, Gaia, Tabone, Funk ve No More Lies’ ın boyadığı duvarların yanı sıra Martha Cooper, Henry Chalfant ve Hugh Holland gibi fotoğrafçıların arşivlerinden ölümsüzleşmiş kareler de yer alıyor.
Sokak sanatının galeri, müze gibi kurumlara taşınıyor olması, bu sanat hareketinin doğrudan barındırdığı özgürlüğü kısıtlayacağı tartışma konusu olsa da, yaşadığımız çağın dinamiklerinde bu disiplinin ne denli evrensel bir dil olduğunu kanıtladığını görüyoruz. Bu tip etkinlikler sayesinde sokak sanatı gittikçe daha profesyonel bir çerçevede kategorize ediliyor ve görünürlüğü daha da artıyor diye düşünüyorum. 5 Ekim tarihine kadar görebileceğiniz bu serginin bir başka özel yanı daha var. Doğrudan duvara uygulanan eserlerin bir gün üzerleri kapatılsa bile eserler aslında artık mekana ait durumda. Bana göre sokak sanatının en etkileyici yanlarından biri de onun bir anlamda sonsuz olması.


print