MONET: RESSAM OLMAMI ÇİÇEKLERE BORÇLUYUM

Geçtiğimiz günlerde Londra Kraliyet Sanat Akademisi’nde açılan “Monet’den Matiss’e Modern Bahçeyi Resmetmek” isimli sergi geniş bir yelpazede, öncelikle Monet’nin ve onu takip eden diğer ustaların bahçe konusu üzerine yaptıkları muhteşem tablolarını sanatseverlerle buluşturuyor. Bu sergiyle, 1860’lardan 1920’lere tarzları her ne kadar farklı da olsa Monet’den etkilenmiş; Paul Klee, Emil Nolde, Vincent Van Gogh, Henri Matisse, Gustav Klimt ve Wassily Kandinsky gibi pek çok önemli sanatçının belki de hiç bilinmeyen bahçe temalı eserleri de ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Sergide çeşitli koleksiyonlardan toplanan tam 125 eserin yanı sıra Monet’nin bahçe tutkusunu belgeleyen mektuplarına da yer veriliyor.Ekran Resmi 2016-03-30 11.34.19

Resimlerinden de anlaşılacağı üzere Monet’nin bahçe aşkı, tüm hayatı boyunca bir tutku halinde ölene dek sürmüş. Üstelik ustanın bu tutkusunu sadece resimlerinden değil Giverny’de yıllarca yaşadığı evininin bahçe peyzajından bile anlamak mümkün. Ustanın geride bıraktığı bu rengarenk güzellik günümüzde hala bir çok ziyaretçiyi çeken turistik bir bölgeye dönüşmüş durumda. Esrarengiz ve bir o kadar canlı bu doğa güzellikleri, muhteşem renk armonileri ile onun çalışmalarına her zaman ilham kaynağı olmuş. Modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci hareket olan “İzlenimcilik” akımının yaratıcısı Monet, yaşadığı uzun yıllar boyunca meslektaşlarını da etkilemiş ve zaman zaman onlara ilham kaynağı olmayı başarmış. Kendisinden sonra gelen; Renoir, Cezanne, Pissarro, Matisse, Klimt, Klee, Sargent gibi pek çok ustayı aynı çatı altında toplayan bu sergi daha evvel gün yüzüne çıkmamış pek çok eseri de beraberinde getiriyor. Botanik kavramının doğuşuna ve gelişimine de değinen sergi hem rengarenk görselliği hem de zengin içeriği ile oldukça tatmin edici.

Endüstri devriminden sonra hızla gelişen, orta sınıfın zaman geçirdiği bu açık hava mekanları yani bugünkü “parklar” ithal olarak getirilen birbirinden narin çiçeklerle donatılmış ve hemen hemen herkesçe en çok tercih edilen mekanlar olarak tarihe geçmiş. Keza günümüzde de durum pek farklı değil. Bu dönemlerde Asya ve Amerika’dan getirtilen çiçek tohumları botanik konusunda bilgi sahibi insanlarca dikilmiş ve bu yolla sadece Avrupa’da yetişen özel çiçekler üretilmeye başlanmış. Tüm bu gelişmeler ve bahçe düzenlemelerinin içerdiği muazzam görüntü ise yıllarca Monet gibi ressamlara ilham kaynağı olmuştur. Birbirinden eşsiz peyzaj temaları ile sanatçılar bir anlamda doğayı yeniden keşfederken renk kullanımı konusunda da yepyeni arayışlara girdiler.

İzlenimci Bahçeler, Uluslararası Bahçeler, Monet’nin Giverny’deki Erken Dönemi, Sessiz Bahçeler, Avant – Garde Bahçeler, Reveri Bahçeleri ve Monet’nin Givenry’deki Son Dönemi olarak yedi farklı bölümde toplanan bu sergi Monet başta olmak üzere dönemin sanatçılarının bahçe kavramından nasıl etkilendiklerini apaçık gösteriyor. Botanik konusundaki geniş bilgisi nedeniyle Monet’ye sergide oldukça büyük bir bölüm ayrılmış. Kişisel mektuplarından rengarenk resimlerine uzanan seçki dışında diğer ustaların eserlerinde de ışık ve atmosferin muazzam bir biçimde tuvale aktarılmış hallerini görüyorum.

Benim en çok etkilendiğim bölümlerden biri olan “Empresyonist Bahçeler” de; 19. yüzyılda İzlenimci sanatçılar için bahçe temasının önemi oldukça iyi vurgulanmış. Hızla gelişen endüstrileşme ile gelen farklı yaşam tarzları ve bahçelerin kullanımını kapsamlı bir biçimde ele alan bu bölüm; toplum yapısını incelerken bahçelerin sanatçılar için nasıl birer açık hava stüdyosu niteliğine dönüştüğünü de gösteriyor. Günlük yaşam tarzının vazgeçilmez bir parçası haline dönüşen bahçeler, insanların sadece boş vakitlerinde hoş zaman geçirdikleri alanlar değil aynı zamanda toplum içerisindeki statünün de önemli birer simgesi olmuşlar. Pissarro’nun geleneksel mutfak ve sebze bahçeleri, Renoir’ın yabani bahçeleri, Claude Monet’nin en ünlü tablolarından olan “Bahçe’de Bir Kadın” isimli çalışması bu bölümde aklımda kalan eserlerden sadece bir kaçı…

Krizantemler, nilüferler, zambaklar, orkideler ve lilyumlar arasında dolaşırken kendimi gerçek bir parkta gezermiş gibi hissetmemem mümkün değildi. Bu büyüleyici atmosferde yer alan tik mobilyalar üzerinde yorgunluğumu atarken ustalardan birinin bu bahçelerden çıkıp geleceğini hayal etmek bile güzeldi.

Sergide beğendiğim bölümlerden bir diğeri de “Sessiz Bahçeler”di. Burada dinginliğin içinde kaybolmuş gibi hissetim. İzlediğim her tabloda derin bir sessizlik ve çoğunlukla da büyük bir melankoli vardı. Bu yoğun ambiyans beni o yıllara geri götürdü. Doğanın kokusunu duyar gibiydim. Günün faklı zamanlarında yapılmış eserler hem romantik hem de bir o kadar şiirseldiler. Zaman içerisinde yolculuğa çıkmışken eserlerde beliren alacakaranlık beni daha da derinlere götürüyordu. Bu bahçeler sanatçıların iç dünyalarının resmiydi adeta. Özellikle Le Sidener’in kendi bahçesini tasvir ettiği çalışmasının önünden uzun süreler ayrılamadım. Henri Martin’in puantilist tabloları ise adeta sakin bir cennetin tasarımları gibiydi.

Avant-Garde bölümde yer alan Van Gogh’un eserlerinde ise güneş bambaşka parlıyordu. “Her yerdeyim” diyen bu canlı ışık ve birbirine kontrast renkler muazzam görünüyorlardı. Aynı Monet gibi doğadan beslenen Van Gogh da arakasından gelen sanatçılara yeni teknikler ve farklı ifade biçimleri bırakmış bir sanatçıdır. Van Gogh her ne kadar bu bölümde baskın kalsa da Matisse ve Dufy de rengarenk ve canlı tabloları ile yerlerini almışlardı. Gustav Klimt’in adeta birer mücevher gibi mozaik formunda parlayan çiçekleri ve Kandnsky’nin bahçe kavramına soyut bakışı da bir o kadar huzur doluydu.

Sergi bitiminde doğru mektuplar arasında gözüme şu cümle ilişti Monet şöyle söylüyordu; “Ressam olmamı belki de çiçeklere borçluyum.” Evet belki de diye düşündüm. Bazen olayları yaratan kişiler bazen de olayların yarattığı kişiler oluyoruz. Neden böylesi güzel bir çiçek hayatımıza yön vermesin ki? Eşinin ölümünden üç sene sonra 1914’te Monet bir süredir ara vermiş olduğu resme tekrar başlar. Önce lilyum, daha sonra iris çiçeği ve diğer bitkileri resmeder. “Japon Köprülü Bahçe”yi tekrar ziyaret ettikten sonra su lilyumlarını büyük tuvallerine aktarır. Tekniği ve kompozisyonu giderek soyut hale dönüşen sanatçı için resimlerinin konusunun önemi zamanla ikinci dereceye düşer.
Usta, bu detayı şöyle ifade ediyor “Benim için önemli olan konuyla benim aramda olandır”. Anıtsal büyüklükteki, triptik “Japon Köprülü Bahçe” resimleri önünde ustaya saygı duymaktan başka hiç bir şey yapamıyorum. Monet’nin bahçe tutkusu ile başlattığı bu serüveni 20. yüzyıla değin takip eden sanatçıları ve yenilikçi yaklaşımları oldukça kapsamlı bir biçimde sunan bu sergiyi yolunuz Londra’ya düşerse mutlaka görmelisiniz.


print