PARİS NOTLARI

Geçen haftalarda Paris seyahatim sırasında gördüğüm dört ayrı sergiye yer vermek istiyorum bu yazımda. Yolunuz Paris’e düşerse bu sergileri mutlaka görmenizi tavsiye ederim.

Öncelikle, yarattığı kübizm akımı ile sanat dünyasına bambaşka bir yön vermiş olan usta sanatçı Picasso adına düzenlenen karma sergiden bahsetmek istiyorum. Andy Warhol’dan Lichtenstein’a, David Hockney’den Kippenberger’e günümüz çağdaş sanatçılarının Picasso yapıtlarına atıfta bulunan eserleri, Grand Palais’da 29 Şubata dek izleyenlerini bekliyor olacak. Sergi, sanatçının kariyerindeki üstün başarısına odaklanırken aynı zamanda, yavaş yavaş O’nun etrafında şekillenmeye başlayan kübizm ve ardından pop art akımlarını kronolojik bir dizilimde sunuyor. Bu sergide Pablo Picasso’nun sembolik işlerinden Avignonlu Kızlar veya Guernica’nın eşsiz ve çağdaş yorumlarını görmek mümkün. Özellikle Mike Bidlo imzalı “Avignonlu Kızlar” sergideki en dikkat çeken eserlerden biriydi. Richard Prince’in Venüs’ü veya Afrodit’i andıran çalışması da yine oldukça farklı bir yorumdu.

Sigmar Polke’nin negatif renklerdeki metal tabloları ve David Hockney’nin annesini bir anlamda kübist olarak resmettiği kolaj çalışması da sergiye derin anlamlar kazandıran eserlerdendi. Çağdaş sanatın neredeyse tüm yıldızlarını barındıran bu sergide hiç Türk sanatçı olmaması takıldığım üzücü detaylardan biri oldu açıkçası. Picasso ve onun aydınlattığı yolda yürüyen pek çok sanatçının video, resim, heykel, grafik, film gibi farklı disiplinde ürettiği eserlerini bir arada görmek oldukça farklı bir deneyimdi benim için.

Bu günlerde Pompidou’yu sallayan diğer bir sergi ise şüphesiz Anselm Kiefer’in retrospektifi.16 Aralık’ta açılan sergi daha önce Kraliyet Sanat Akademisi Londra’da gördüğüm Kiefer sergisinden çok daha geniş çaplıydı. Sanatçının henüz gün yüzüne çıkmamış 70’li yıllara ait eserleri sergide en çok ilgi gören işlerdendi. Zaman ve bellek kavramları üzerine odaklanan sergi aynı zamanda kabala öğretisinden de izler taşıyordu. Kiefer’in 60’lı yıllardan günümüze kadar üretmiş olduğu yaklaşık 150 eserini görmeye gelen kalabalık da oldukça şaşırtıcıydı. Sanatçının bugüne kadar Paris’te düzenlendiği en büyük etkinlik olan bu sergi Nisan ayında dek izlenebilecek.

  1. 099a82c1131f8805bbc6197d1762ee92


20. yüzyıl modern sanatının en önemli isimlerinden biri olan ve aynı zamanda Küba’nın Picasso’su olarak bilinen Wifredo Lam’in solo şovu da yine Kiefer sergisi ile aynı binada yer alıyordu. İlk kez yakından görme fırsatını elde ettiğim eserler hem renk kombinasyonları hem de kompozisyonları ile oldukça dinamiklerdi. En az Kiefer retrospektifi kadar etkileyici olan sergide sanatçının Andre Breton ile beraber ürettiği kolaj çalışmaları en dikkat çeken parçalardandı.

Louis Vuitton Fondation binasında gerçekleşen sergi ise, son senelerde çağdaş sanata büyük katkıları ile, çoğu Çinli pek çok sanatçıyı bir araya getiriyordu. Oldukça yüksek tavanları olan bu görkemli binada Yan Peiming’in Yunan Mitolojisi’nde “zafer tanrıçası” olan Nike heykelini anımsatan anıtsal yapıtı adeta izleyenleri karşılar nitelikte konumlandırılmıştı. Sergide en çok dikkat çeken detay ise neredeyse tüm eserlerin binaya uygun şekilde, devasa boyutlarda üretilmiş olmasıydı. Bu gösterişli anıtsallık bazı eserlerde içeriğin önüne geçmişti maalesef. Ama terasta yer alan Adrian Villar Rojas’ın heykeli en beğendiğim eserlerden biri oldu. 14. İstanbul Biennali’nde Büyükada’daki yerleştirmesiyle çok konuşulan Arjantinli sanatçı Rojas ikinci kez yine beni etkilemeyi başardı açıkçası.


print