Londra’dan Notlar

Eğer bugünlerde yolunuz Londra’ya düşerse, mutlaka aşağıda yazmış olduğum sergilere gitmenizi tavsiye ederim.

Mart ayı sergilerinden ilki White Cube Galeri’deki Kris Martin sergisi. Sanatçının klasik teknik ile yaptığı bronz döküm bal petekleri, zaman ve dış etkenlere bağlı değişime uğrarken, kendi içlerinde de farklı görüntüler oluşturmuş. Doğadan alınan bu hazır nesneler ustaca birer sanat parçasına dönüştürülmüşler. Alt kattaki salonda ise mezarı anımsatan bir enstalasyona yer verilmiş. 100 adet dik duran mezar taşlarından oluşan heykeller domino şeklinde yerleştirilmiş. Tıpkı domino taşlarının birbirlerine çarpma etkisi gibi, küçük bir kaza arkasından önlenemeyen olaylar zincirini çağrıştıran bu çalışmada sanatçı; şans ve kader kavramına dikkat çekerek adeta bu kavramların insan hayatındaki yerini sorguluyor.

İkinci sergi Tate Modern’deki Lichtenstein Retrospektif sergisi ve müze içindeki diğer sergi A Bigger Splash. 20 yy’ın en önemli Amerikalı sanatçısı Roy Lichtenstein Pop Art’ın kralı olarak bilinir.1960’larda soyut dışavurumcu akıma dahil olan sanatçı, çizgi roman karakterlerini ve reklam afişlerini kullanarak tuval resmine farklı bir bakış açısı getirdi.

2012 yılında Londra Pace Galeri’de  Sugimato ve Rotko’yu biraraya getiren  sergiden sonra beni en etkileyen ikinci sergi Ordovas Galeri’deydi. Bacon & Rodin gibi iki büyük ismin üçer eserinin yer aldığı sergide, deforme edilmiş figür çalışmaları adeta birbirleriyle diyalog halindeydi. Sergideki bu çalışmaların ilk defa İngiltere’de sergileniyor olması önemliydi.

Londra’da Hauser & Wirth Galeri’de, Feminist sanatın önde gelen isimlerinden Eva Hesse’in 1965 dönemi işlerinin yanı sıra Bruce Nauman’ın  işlerini de eş zamanlı olarak görmek mümkün. Eva Hesse’in o dönemde yaşadığı mekandaki kullanılmış makine parçaları, aletler ve bazı materyaller sanatçıya heykel yapımında ve çizimlerinde ilham kaynağı olmuşlar. Sergideki resimlere baktığımda dikkatimi çeken keskin hatlar, belirgin çizgiler, kompleks anlaması zor ve dönemine göre fitüristik işler. Sanatçının deyimiyle “ temiz ve net işler, fakat bir o kadarda çılgın tıpkı makineler gibi. “Canlı guaj renkler, papier mache, hazır nesneler ( tahta, metal, tel)ve vernik kullanan sanatçı o dönemin New York sanat piyasasında ikonik işler üretmiş.

Sonraki durağım Royal Academy of Art’ta  yer alan Mariko Mori’nin sergisi insanı ruhani yolculuğa çıkaran,  Doğu- Batı sentezi‘nin  yanı sıra felsefe, bilim, estetik, teknoloji  ve pop kültürünü de barındıran eserlerden oluşuyordu.

Merakla gittiğim diğer bir sergi National Portrait Galeri’deki Man Ray sergisiydi. Ancak bu sergi benim için biraz hayal kırıklığı oldu. Fotoğraflarını çok beğendiğim sanatçının küçük ebatlı siyah-beyaz fotoğraflarının yer aldığı sergi böyle bir sanatçı için yeterli değildi.

Sadie Coles Galeri’de ise Richard Prince sergisi görülmeye değerdi. Bu, sanatçının Serpentine Galeri’de 2008 yılında yaptığı sergiden sonraki ilk solo sergisi. 14 adet, inkjet baskı /yağlıboya çalışması kadın figürlerinden oluşuyor. Çalışmalarında çıplak kadın figürleri kullanan sanatçı, sanki klasik heykelden Rönesans venüslerine oradan da kübik formlara geçerek, yüzleri olmayan bu çıplak vücutlara aynı zamanda pornografik bir anlam yüklemiş. Kübizm, soyut dışavurum, modernizm dahil olmak üzere belirli akımları bir arada yansıtan bir sergiydi bu. 1970’lerin en önemli sanatçılarından olan ve Amerikan pop kültürünün önemli temsilcilerinden birisi olan Prince, Marlboro reklam filmlerinden tanıdığımız kovboy karakterinin yaratıcısı olarak da bilinir.

Hayward Gallery’de çarpıcı bir sergi vardı ;David Batchelor, Jim Campbell, Carlos Cruz-Diez, Dan Flavin, Jenny Holzer, Ann Veronica Janssens, Anthony McCall, François Morellet, Iván Navarro, James Turrell, Leo Villareal, Doug Wheeler gibi isimlerinde aralarında bulunduğu toplam 22 sanatçının çalışmalarının yer aldığı şov çok etkileyiciydi.

Gagosian Galeri’de Tyron Simon, Pace Galeri’de  Keith Tyson, Blain Southern Galeri’de Math Collishaw sergileri de Londra’ya yolunuz düşerse tavsiye edeceğim diğer sergiler.

Londra’da sergilerin yanısıra vaktiniz kalırsa, Trafalgar Studios’da  9 Şubat-27 Nisan 2013 tarihleri arasında sahnelenen  James  Mc Avoy’un başrol oynadığı William Shakespeare’in Macbeth ve Charles Dickens’in kitabından uyarlanan ve Vaudeville Theatre’da sahnelenen Great Expectation adlı oyunları izlemenizi öneririm.


print