TEKNOLOJİ VE SANAT

Geçen Hafta Zorlu Center’da izlediğim “Dijital Devrim” isimli sergi; sanat ve teknoloji birlikteliğinin hangi boyutlara ulaşabileceğini İstanbullulara sunan ve izleyeni interaktif bir ortama davet eden farklı bir sergiydi. Sanat, tasarım, sinema, müzik ve video oyunları başta olmak üzere birçok farklı başlığın bir bütün halinde ele alındığı bu etkinliği 12 Haziran tarihine kadar mutlaka görmelisiniz.digital_revolution-4

Sanat ve teknolojinin bir arada bulunup el ele yürüdüğü bu çağda bilgisayar teknolojileri ve internetin sanatçıları ve sanatı nasıl etkilediği her zaman tartışılan bir konu olmuştu. Zorlu’daki bu sergiden kısa bir süre önce ise, bu konuyu mercek altına alan “Elektronik Otoban” isimli sergiyi Whitechapel Galeri Londra’da izleme fırsatını yakalamıştım. Dijital çağda veri üretimini çevreleyen meselelere odaklanan bu sergi; üç ayrı bölümde; son on altı yıla ait çalışmaları tersine kronolojik sıraya konmuş bir biçimde sunarken internet tarayıcıları aracılığıyla ağa bağlı eserlere de yer veriyordu. Ayrıca 21. Yüzyılın bitiminden önce üretilmiş eserler de sanatın gelişimini sorgularcasına sergideki yerlerini almışlardı.

Sergi mekanının girişinde yer alan hologramda ziyaretçileri enerji dolu gülümsemesi ile bir kadın karşılıyordu. Öncelikle kendimi bir sergi girişinde değil adeta bir resepsiyonda bekliyormuşum gibi hissetim bu eser karşısında. İngiliz sanatçı James Bridle’ın “Homo Sacer” adlı bu çalışması bürokratik açıklamaları ile oldukça etkileyiciydi. Hologram kadın figürü, Avrupa Birliği ve İngiltere ile ilgili devletin koyduğu yasakları ve mevzuatları anlatıyordu. Video 21. yüzyılda vatandaşlık kavramını yeniden tarif ederken ölümünden iki yıl önce İngiliz vatandaşlığı elinden alınan bir terör zanlısının hikayesine de değiniyordu. Hem teknolojik olarak ileri hem de politik olarak yıkıcı özelliği ile oldukça anlamlı bir eserdi bu.INLINE_James-Bridle_Homo-Sacer_installation-closeup5

Yine aynı mekanda yeralan David Coupland ’in “Derin Yüz” adlı eseri de oldukça dikkat çeken bir işti. Renkli geometrik şekillerle örtülmüş yüzler kimlik meselesine değiniyordu. Sanatçı bu çalışmalarını Facebook gibi şirketlerin gizlilik hakkı savunucularının kınamalarına maruz kalmasına yol açan yüz tanıma teknolojisinin bir eleştirisi olarak kurgulamıştı.couple-1

Sergide dikkatimi çeken diğer bir tema da on-line kimlik kavramına değinen Arjantinli sanatçı Amalia Ulman’ın “Faziletler ve Yetkinlikler” isimli serisi oldu. Bu seride Instagram üzerinden paylaşılan bir dizi fotoğraf duvarlara asılı şekilde sergileniyordu. Özellikle de “kadın” kimliğinin sosyal medya üzerinde nasıl inşa edildiğini gösteren çalışmalar; gerçekler ve yanılsamaları birbirine düşüren, düşündürücü işlerdi. Göbeği açık elbisesi veya banyo hallerini ifşa eder şekilde kendini hayali rollerde fotoğraflayan sanatçı; “Bir anlamada “kadınlığın” nasıl nesneleşebileceğine odaklanmaya çalışıyorum” diyor. Bu eserler; hayaller ve yalanlar üzerine kurulu sosyal medyanın gerçek hikayesini anlatıyordu adeta.doyoufollow3

Sergi bitimine vardığımda ise en beğendiğim video sanatçılarından Nam June Paik’in yukarılara doğru yükselen “İnternet Rüyası” adlı eseri ile karşılaştım. Birbirine zıt soyut görselleri gösteren tam 52 adet monitör üst üste yığılı bir şekilde yerleştirilmiş ve adeta dijital bilgiye doyma çağının habercisi niteliğinde çağımızın geldiği noktayı sorguluyordu. İnanılmaz görsellikteki bu eseri John Cage’in müzikleri eşliğinde izlemek de ayrı bir keyifti.010-nam-jun-paik-theredlist

Sergi ardından, yıllardır tartışılan “Resim sanatının sonu geldi mi?” sorunsalı yine kaçınılmaz bir şekilde zihnimde yer etti. Ayrıca hızla gelişen teknolojik gelişmelere, eski jenerasyon sanat severlerin adaptasyonu nasıl olacak diye düşündüm. Şu bir gerçek ki günümüzde teknoloji ve sanatın bu birlikteliği Çağdaş Sanatı en iyi şekilde anlamamıza neden olurken geleceğe uzanan yepyeni bir yolu da beraberinde getiriyor.


print